7 Eylül 2022 Çarşamba

“Kapıyı Açışım Değişmişmiş”

 

Sabahattin Gencal- Hüseyin Yıldız
Çekmeköy, 07. 09. 2022


“Kapıyı açışın bile değişti.” Ya, kapıyı açışım bile değişmiş. Öyle dedi arkadaşım. Hangi arkadaşım söyledi? Çarşamba günleri sohbet ettiğimiz genç arkadaşım Hüseyin Bey. İki buçuk aylık ayrılıktan sonra Çarşamba sohbetlerine kaldığımız yerden başladık. İnşallah Erdoğan Beyle yaptığımız Cuma Sohbetleri de başlayacaktır.

Kapıyı önceden nasıl açtığımı sormanın gereğini duymadım. Önemli olan bu değil, arkadaşımın en küçük hareketleri, sözleri bile kaçırmamasıdır. Bir de duruşum da yüzüm de değişti arkadaşıma göre. Ne gibi değişiklik olduğunu sormadım. Tatilimizi beraber geçirdiğimiz oğlum Ahmet’e de yüzünde bir dinlenmişlik ifadesi olduğunu söylemiş arkadaşları. Demek ki televizyonun, internetin olmadığı bir yere gitseymişiz çok daha farklı olacakmışız. Sonuç olarak, yöremizdeki kalabalığın acınası durumunu görmek hasta ediyor insanı, diyebilir miyiz?

Uzun zamandır, mazeretler ve il dışına çıkma dışında aksamadan devam eden Çarşamba görüşmelerine kaldığı yerden devam için evden 14.10’da çıktım. Aynı anda daha uzakta ikamet eden arkadaşım da yoldaymış. O daha erken varmış. Özür diledim. O da saate bakarak tam vaktinde geldiniz dedi. Tam vaktinde yani 14.30’da.  İki adımlık yol için bu kadar zamanı nasıl harcadım?

Camimizdeki aşevi, eskisi gibi yemek dağıtıyordu. Gelenleri gözledim. Bir yandan Allah (cc) razı olsun dağıtanlardan diyorum. Bir taraftan da buraya geldim geleli, yani 4-5 senedir aynı dağıtım devam ediyor. Başka çözüm yolu olamaz mı? Bunu benim araştırmam gerekirdi aslında; ama ne takatım yeter, ne imkânım. Mahcup kadınları, ihtiyar erkekleri görünce üzüldüm. Yoksa “Bunun böyle devam etmesini isteyenler mi var?” diye düşünmedim değil. Tövbe esteğfurullah. Böyle düşünenler varsa insan değil...

Pastaneye yaklaşıyordum ki bir küçük esnaf komşumu gördüm. Hoşbeşten, hal hatırdan sonra işlerinin nasıl olduğunu sordum. İyi olmadığını söyledi. En azından boş durmuyorsunuz, boş durmak iyi olmasa gerek. Ne mi dedi? Dükkân kendini kurtarmıyor. Şuraya şu kadar buraya bu kadar veriyorum. Elektrik faturası da bu kadar.  Şaşırdım, dükkân komşunun kendisinin. Bir de dükkân kirâsı olsaymış gerisini siz düşünün.

Pastanedeki sohbetimizi anlatmadan önce eve dönüşümü anlatayım. Çünkü sohbetimiz birazcık uzun. Belki okumaya devam eden olmaz; onun için hiç değilse eve dönüşümü okuyuversinler.

İkindi üzeri ayrıldık. İkindi namazını camimizde eda ettikten sora eve doğru yola koyuldum. Çok geçmedi bir komşum yetişti bana. Hoşbeş ve hal hatırdan sonra; “Arkadan bakıyordum, tam delikanlı gibi olmuşsun.” deyiverdi. “Dile benden ne istersin”, demedim tabii; ama memnun oldum doğrusu. Gerçekten delikanlı gibi olmadım; ama olmuş gibi oldum. Allah’a şükrolsun bir canlılık oluştu bende; her şeyim canlandı gibi. Hele de arkadaşlar övünce...

Hayret ediyorum. 79 yaşında bir insan övgüyü sever mi? Üstelik övgünün pek de iyi olmadığını söyleyen/yazan biri övgüden memnun olur mu? Övgü, dozu kaçınca insanı kör eder. Acaba yüksek yüksek tepelerde bulunanların gözleri övgülerden mi kör oluyor?

(...)

“Yazıya başlayışın bile değişti.” diyen olur mu? Öyle ya asıl konu sohbette anlatılanlar olmasına rağmen kıvır zıvırla başlamak olmayacak bir şey. Bizler yakışmaz değil mi? Okkalı hususları konu etmeliyiz. Anlaşılmasa da; “vardır bir hikmeti”, demeli okuyucu. Biliyorum, çoğunuz yazının iciğini ciciğini çıkarırsınız; araştırır ve soruşturursunuz... Ben sorgulama nedir bilmeyenler için böyle dedim.

Görüşmelerimizin ilk meyvesini almış bulunuyoruz. Evet, “Düşünce Enerjisi Boşa Akmasın” adlı ortak eserimiz İki buçuk aydır kitapçılarda. Aşağıdaki köprülerden geçerseniz en azından kapağını ve satıldığı yerleri görürsünüz. Asıl manşet bu olmalıydı. Dikkat dikkat “Düşünce Enerjisi Boşa Akmasın” kitabı yayınlandı.” diye bir başlık olurdu. Ama şahsen korktum. Aklıma İzmit’te bir kitapçı, dışarıda açtığı bir serginin yanı başına “Dikkat! Kitap var!” yazmıştı. Gerçi bizim kitap “pittbul” cinsi değil; ama... Sonra “düşünceden” söz ediliyor. Düşünce tankerinin patlaması petrol tankerinin patlamasına benzemez. Onun için...

Ferdi olarak çalışmalarımız yola dizildi. Yakında ? Ortak çalışmalarımızın nasıl olacağını henüz kararlaştırmadık. Ancak çıtayı birazcık yükselteceğimizi söyleyebiliriz. Bugünkü görüşmemizden de bunu anlıyoruz. “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir.” derler ya o misal. Bakın neleri konu ettik? Pastane değil de bilim akademesi sanki.

Benim Çantamda Bedia Akarsu “Çağdaş Felsefe” kitabı. 1979’da okumuştum. 43 yıl sonra yeniden okumaya başladım. Hüseyin Bey, şöyle bir göz gezdirdi. Kurşun kalemle altını çizdiğim cümleleri görünce; “İyi yakalamışsınız.” dedi. Yakaladıklarım hafızamdan tünel kazarak kaçtı. Sadece onlar mı? Birçok defa yazdığım gibi otuz yıldan beri kafamdakiler kaçan kaçana. Kitabın önsözünü zamanın Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur Yazmış. Teşhisi ve tespitinde tam isabet. Böylesine güzel tespitler yapılmasına rağmen bir reçete uygulayamamak ne acı...

Hüseyin Bey’in çantasında, Friedrich Engels ve Karl Marx  “Kominist Manifesto” Hüseyin Bey, öyle şeyler yakalamış ki hiç sormayın. Marks bireyi de aile mefhumunu da tanımıyor. İnsanlığa uymuyor. Öte yandan Batı egoyu şişiriyor ve toplumu eziyor. Bu konu üzerinde durduk biraz. Bildiğiniz üzere İslam insanı en güzel biçimde biricik olarak yaratılmış toplumsal varlık olarak ele alır... Buradan Liberalizme geçtik.

Hüseyin Bey, Joseph A. Massad’ın “Liberalizmde İslam” kitabını özetleyince ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi aklıma geldi. CIA’dan, fetodan. ABD’nin diğer bazı ülkelerin İslâmı, ılımlaştırma adına yozlaştırmaya çalışmasından da söz ettik.

Söz sözü aça aça geldik “Darül Harp” kavramına:

 İslam hukuku manasına gelen fıkıhta Darülharp denen facia vardır. Darülharp ve Darülharp şartları, İslam hükümlerinin hâkim olmadığı topraklarda, haram kabul edilen birçok fiilin helal kılınması demektir. Ve İslamcıların geneline göre Türkiye bir darülharp toprağıdır.(12 Eyl 2021)”

Yoksa, yoksa ülkemizdeki akçalı rezilliklerin bir bahanesi mi? Liberalizmde de, para kazanmak için her şey mubah...

Bunlar derin konular. Beni tanıyanlar bilir. Derin sularda yüzemem. Onun için çevrimizde olup bitenlerden söz etmeliyiz.

Sohbetimiz sırasında yoldan geçen bir kamyonetten domates kasaları düştü. Domateslerin yuvarlanışı değişik bir  görüntü. Etraftakiler hemen domatesleri toplayıp kasalara yerleştirmeye başladı. Dedim ki, aldığımız sebzeleri çok güzel yıkamalıyız... Tam bunu söylerken 12 - 13 yaşlarında bir erkek çocuğun, poşet gibi torbasına birkaç domates attığını gördüm. Kasalara koymadan geçip gittiğini de gördüm. Hüseyin Bey’e bunu nasıl değerlendirdiğini sordum. Hüseyin Bey konuyu hukuki bakımdan ve diğer bakımlardan ele aldı. Ben de rahmetli Ecevit’in bazı konularda toplumun suçlu olabileceği konusundaki görüşlerini hatırladım. Yine hazreti Ömer’in adaleti üzerinde durduk.

Bu konu başlı başına ele alınacak bir konu. Bu yavrunun yerine kendinizi koyabilir misiniz? Empati sözü dolaşımda; ama böyle yavrulara gelince... Bunun sorumlusu kim?

(... )

Hüseyin Bey, Meşhur Şâfiî fakihi Mâverdî’nin (ö. 450/1058) devletin esas teşkilât ve idaresiyle ilgili fıkhî ahkâmı bir araya toplayan eseri el-AHKÂMÜ’s-SULTÂNİYYE’yeyi okuyacağını söyledi. Adaletin üzerinde durdu. Tuncer Namlı’nın Maverdiye atıf yaptığını söyledi. Bu arada “adalet ve yedi çember” kavramı üzerinde durdu. Google’dan bakarak birkaç satır yazalım:

“Basit bir formül aslında: Adalet ve iyi yönetim yoksa devlet zayıftır. Hatta bekası tehlikede bile olabilir, çünkü güçsüzdür.(www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞhttps://www.diyaloggazetesi.com/artik-olmayan-bir-cember-adalet-cemberi-makale,9557.html)

Bu arada siyasete hiç girmediğimizi, bugün her alanda görülen çöküşten, bazılarına göre çürümüşlükten hiç söz etmediğimizi belirteyim. Artık durum ortada bizler çözüm yolları üzerinde durmalıyız.

Yurttaşlık görevlerimizi yasal zeminden bir milim ayrılmadan yapma çabası içinde olmak dileğiyle.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 07. 09. 2022

  

 

(Kitabın arka sayfasından)

Ne demişti Henry Ford? “Bir araya gelmek bir başlangıçtır. Bir arada bulunmak bir gelişmedir. Beraber çalışabilmek ise başarıdır.”

Eee, biz üç arkadaş bir araya geldik. Bu güzel başlangıç değil mi? Üstelik emekliyiz de, ayrıca yaş almışlığımız da var; buna rağmen haftanın belirli gün ve saatlerinde bir arada bulunabildik. Bu da az gelişme değil hani. Ve, ve, işte! Bu farklı gibi görünen, aslında birbirini tamamlayan çalışmayı yaptık. Bu başarı değil de nedir? Daha ne olsun.

Haa, bir de şu var: Bir bilimsel çalışmaya teşebbüs ettik. Suçumuz teşebbüs aşamasında kaldı. Dünyada Yaygın Sendromlar Türkiye Cumhuriyeti’ne Uğradı Mı? (Durum Tespiti – Pilot Uygulaması) çalışmamız başarısız oldu. Ancak neden başarısız olduğumuzu tespit edebildik hiç olmazsa. Şöyle bir düşünürsek, bunun da bir başarı olduğunu anlarız. Belki böylesi daha iyi olmuştur. Çünkü biz, toplum olarak niçin, neden, nasıl bu hallere geldiğimizin farkında olamadık. Bu saatten sonra olsak ne yazar demeyelim. Daima umutlu olalım. Bakın biz yaş almış üç emekli arkadaş sinerji yaratma yolunda bir adım atabildik. Gençlerimiz de bu yola girse var ya…

https://cinius.shop/page/2/?s=sabahattin+gencal&post_type=product&orderby=date-DESC&ixwps=1

 

Paylaşmak güzeldir.