Edebî Sanatlar
Mecaza
Dayalı Söz Sanatı
Teşbih (Benzetme)
Benzetme sözü daha etkili bir duruma getirmek için
aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz
durumda olanı nitelikçe daha üstün olana benzetmektir.
Teşbih bir mecaz sanatı değildir. Sadece şiirde değil düz yazıda hatta konuşma dilinde bile çok kullanılır.
Teşbih bir mecaz sanatı değildir. Sadece şiirde değil düz yazıda hatta konuşma dilinde bile çok kullanılır.
Benzetmede, benzeyen sözcük
gerçek anlamda, benzetilen sözcükse mecaz anlamdadır.
Tam bir benzetmede benzeyen,
benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı ( ilgeci ) olmak üzere dört öğe vardır. Ancak benzetmenin gerçekleşebilmesi için yalnızca benzeyen ve
benzetilenin kullanılması yeterlidir.
Teşbih, aslında bir
karşılaştırma sanatıdır. Teşbihin, teşbih olabilmesi için karşılaştırılan iki
nesne ya da kavramın bir benzetme yönünde birleşmesi gerekmektedir. Aralarında
ortak özellik olmayan nesne ya da kavramlar karşılaştırılsa bile teşbih sanatı
(benzetme) meydana gelmez.
“Teşbih heyecana bağlı bir sanattır, bir mecaz sanatı
değildir. Çünkü sözcükler gerçek anlamlarında kullanılır. Sanatkâr
kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu
heyecânını
daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh halini
okuyucuda daha iyi canlandırabilecek benzetmeler yapma yoluna gider. İşte
bu ruhî faaliyet sonucu teşbih sanatı meydana gelir.
Teşbihten umulan başlıca yarar, anlatımı somut hale getirmek ve iletilmek istenilen düşünce ve duyguyu dinleyiciye etkili
şekilde sunmaktır. Aslında benzetme, dilin tabii bir fonksiyonudur.
Bir kısmı dilde yerleşmiş bir şekilde bulunur. Dolayısıyla benzetmeler
her zaman zorunlu olarak sanat değeri olan bir beceriyi ve
hüneri yansıtmazlar. Ancak şahsî bir tasarrufu yansıtan etkileyici
ve doğru benzetmeler sanatla ilişkilendirilebilir.”( Dr. Mehmet Halil Erzen)
*
Bir teşbihte
dört öğe bulunur:
- Benzetilen (müşebbehün-bin): Kendisine
benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya
da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan (Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)
- Benzeyen (müşebbeh): Birbirine benzetilen
nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz/ zayıf olan. (Örnek: Adam tilki gibi
kurnaz.)
- Benzetme yönü (vech-i
şebeh): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak
nitelik (Örnek: Adam tilki
gibi kurnaz.)
- Benzetme edatı /
ilgeci (edat-ı teşbih): Nesne ve
kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da
ilgeç işlevi gören sözcük.(Örnek: Adam tilki gibi kurnaz.)
Örnek: "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde,
"yol" benzeyen,
"yılan"
kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme
edatıdır.
Örnek: "Kız tavşan gibi koşuyor"
dendiğinde, "kız" benzeyen, "tavşan" kendisine benzetilen, "koşuyor" benzetme
yönü", "gibi" ise benzetme edatıdır.
Yukarıda da yazıldığı üzere
Teşbihin benzeyen,
kendisine benzetilen (benzetmelik), benzetme yönü ve benzetme edatı olmak
üzere dört öğesi vardır.
Bunlardan ilk ikisi “temel
öğeler”, diğer ikisi “yardımcı öğeler” olarak
adlandırılır.
İki
varlık arasında kurulan benzerlik ilişkisinin teşbih adını alması, temel
öğelerin ikisinin de kullanılmasına bağlıdır. Yardımcı öğeler ise bazen
kullanılır, bazen kullanılmaz.
http://www.edebiyatogretmeni.com/edebi-sanatlar/tesbih-benzetme-sanati
http://www.edebiyatogretmeni.com/edebi-sanatlar/tesbih-benzetme-sanati
“Eviniz kutu gibi küçücük bir
evdi.”
B (Benzeyen): Asıl
sözü edilen (Eviniz)
KB (Kendisine Benzetilen): Ortak özellikçe güçlü olan (Kutu)
BY (Benzetme Yönü): Benzetmeye neden olan ortak özellik (Küçüçük)
BE (Benzetme Edatı): Karşılaştırma ilgisi kuran “gibi, kadar, sanki, misâli, tıpkı, andırır, benzer… “sözcükleri, “gibi” edatının anlamını veren “-sı, -mışçesine, -leyin…” ekleri (Gibi)
KB (Kendisine Benzetilen): Ortak özellikçe güçlü olan (Kutu)
BY (Benzetme Yönü): Benzetmeye neden olan ortak özellik (Küçüçük)
BE (Benzetme Edatı): Karşılaştırma ilgisi kuran “gibi, kadar, sanki, misâli, tıpkı, andırır, benzer… “sözcükleri, “gibi” edatının anlamını veren “-sı, -mışçesine, -leyin…” ekleri (Gibi)
http://www.edebiyatogretmeni.com/edebi-sanatlar/tesbih-benzetme-sanati
*
Teşbih, bu
öğelerden bir ya da birkaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
1.Ayrıntılı /Tam benzetme /
(Teşbih-i mufassal): dört öğenin de bulunduğu teşbih.
Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Tam bir benzetmede bu dört unsur bulunur. Bu dört unsurun da
bulunduğu benzetmelere ayrıntılı (mufassal) benzetme denir.
http://www.erguven.net/test/Tam-Tesbih-Tam-Benzetme-Ozellikleri219
“Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.”
dizesinde benzetmenin dört unsurunu da görüyoruz:
dizesinde benzetmenin dört unsurunu da görüyoruz:
Benzeyen: gemi
Kendisine benzetilen: martı
Benzetme yönü: oynak olması (dalgaların etkisi ile hareketli
olması)
Benzetme edatı: gibi
“Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne atılmışam ben”
Bu dizelerde de tam bir benzetme söz konusudur.
Benzeyen: ben
Kendisine benzetilen: kuru yaprak
Benzetme yönü: rüzgârın önüne atılmak
Benzetme edatı: misali
"Âh bu türküler, köy türküleri Ana sütü gibi candan Ana sütü
gibi temiz"
(B. Rahmi Eyüboğlu)
Yukarıdaki benzetmede dört öğe vardır:
a) Kendisine Benzetilen : Ana sütü
b) Benzeyen: Köy türküleri
c) Benzetme Edatı: Gibi
d) Benzetme Yönü: Candan, temiz
Güneş bir
anne gibi durur başucunda.
Benzeyen: Güneş
Kendisine Benzetilen: Anne
Benzetme edatı: Gibi
Benzetme yönü: Durur
Kendisine Benzetilen: Anne
Benzetme edatı: Gibi
Benzetme yönü: Durur
2.Kısaltılmış benzetme /
Muhtasar benzetme (Teşbih-i mücmel): benzetme yönü bulunmayan
teşbih. Örneğin, "Ahmet aslan gibidir" (burada "güçlülük" vurgulanmamıştır).
“Kardeşi tıpkı tilkidir, ondan kendini sakın.” cümlesinde
kısaltılmış benzetme vardır. Bu cümlede benzetme yönü söylenmemiştir.
Benzeyen: kardeşi
Kendisine benzetilen: tilki
Benzetme yönü: (yok)
Benzetme edatı: tıpkı
Kısaltılmış Teşbih
benzetme yönü söylenmeyerek kısaltılan teşbihtir. Okuyucu, ortak özelliği,
kendisine benzetilenin çağrıştırdığı özelliklerden çıkarabiliyorsa benzetme
yönü verilmeyebilir. Örneğin, “altın gibi başaklar”
dendiğinde başakların sapsarı olmaları yönüyle altına benzetildiği, altının
özelliklerinden anlaşılır.
Kimi benzetmelerde “Sen
Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin “örneğinde olduğu gibi, benzetme
yönünü veren “aydınlık
ve güzel” sözü olmazsa, benzetme yönü belirsizleşir.
“Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı”
“Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı”
(Bu dizedeki ilk teşbihte “-sı” eki “gibi” edatının
anlamını karşıladığından benzetme edatı işlevindedir ve ten, buğdaya esmerlik
bakımından benzetilmiştir. İkinci teşbihte ise boy, uzunluğu bakımından başağa
benzetilmiştir.)
3.Pekiştirilmiş benzetme /
(Teşbih-i müekked): benzetme ilgeci bulunmayan teşbih. Örneğin, "Ahmet
kuvvetli aslandır" (bu teşbihte "gibi" ilgeci kullanılmamış).
Ahmet kurnazlıkta tilkidir.
Yollar köyleri saran
eskimiş çerçeveler. (S. Esat Siyavuşgil)
4.Yalın benzetme / teşbih-i
beliğ (güzel benzetme): benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan
teşbih. Örneğin, "Aslan Ahmet".
“Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım”
Bu dörtlükte “kömür gözlüm” sözleriyle teşbih-i beliğ
yapılmıştır. Gözler renk bakımından kömüre benzetilmiş; ama benzetme yönü ile
benzetme edatı, söylenmemiştir.
Benzeyen: göz
Kendisine benzetilen: kömür
Benzetme yönü: (yok)
Benzetme edatı: (yok)
“Yüce dağ başında olur sayrılık
Sen düşürdün gül benzime sarılık “
Bu dizelerde “beniz”, “gül” e benzetilerek teşbih-i beliğ
yapılmıştır.
http://www.erguven.net/test/Tesbihi-Belig-Guzel-Benzetme-Ile-Ilgili-Ornek555
“Mehtap kemer taze belinde
Üstünde sema gizli bir örtü
Yıldızlar onun güldür elinde”
Bu dizelerde ise “mehtap”, “kemer’e; “sema”, “örtü”ye;
“yıldızlar” ise “gül”e benzetilerek teşbih-i beliğ yapılmıştır.
“Geçen her saat, her geçen saniye
Göl altın güğümdür coşan maviye”
dizelerinde göl “altın güğüme” benzetilerek teşbih
yapılmıştır.
“Teşbih-i beliğ, öğe sayısına göre sıraladığımız teşbihlerin
en tesirlisi ve en makbul görülenidir. Çünkü unsurlar azaldıkça anlam daha da
kuvvetlenir.
Beliğ teşbihler, Batı retoriğine göre metafordurlar.
Benzetme niyeti olmayan beliğ teşbihlerde anlam aktarımı bütünüyle
gerçekleşir. Bu tür benzetmelerin çoğunda benzeyenle benzetilen tamlama şeklinde,
bazılarında ise ayrı ayrı ifade edilir.
“Bir teşbihin beliğ vasfını alması için –Türkçe belâgat kitaplarında
zikredilmeyen- bir şart daha vardır; o da teşbihin vech-i şebeh yani benzeyiş
yönünden baîd-i garîb olmasıdır. Baîd-i garîb olma birbirine benzetilen iki
unsurun hangi açıdan benzetildiğinin hemen ve kolayca anlaşılmamasıdır. Bu aynı
zamanda orijinal olmayı da ifade eder.” ( Dr. Mehmet Halil Erzen)
*
Benzeyen ve Kendisine benzetilenin Kullanılışına göre
teşbih çeşitleri:
teşbih çeşitleri:
1.Yaygın Benzetme (Teşbih-İ Temsîlî): Benzetilenle benzeyen arasındaki birden çok özelliklerin sıralanmasıyla yapılan
benzetmedir.
“Bu benzetmede benzeyenin çeşitli
özellikleri kendisine benzetilen üzerinde toplanarak kuvvetli bir şekilde ifade
edilir. Önce taraflar arasındaki benzetme yönleri sıralanır, en sonra da temel
unsur açıklanır. Yani benzeyiş yönü ayrıştırılamayacak şekilde birden çok
unsurdan meydana gelir.” Başka deyişle temsilî teşbihte her iki öğenin, ortak
benzerlikleri anlatıldıktan sonra , manzumenin en sonunda ilgili olan temel öğe
açıklanır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi Namık Kemal’in Nevha adlı şiirinde
vatan bir sevgiliye benzetilmiştir. Benzeyen unsur olan vatan söylenmeyip şiirin başından itibaren kendisine benzetilen
unsur olan sevgilinin çeşitli özellikleri sıralanmıştır. Vatan şiirin en
sonunda söylenmiştir.
Nevha I
Feminin
rengi aks edip tenine
Yeni
açmış güle misâl olmuş
İn’itâf
ile bak ne al olmuş,
Serv-i
sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor
göz yumunca rüyâma
Benziyor,
aynı kendi hülyâma,
Bu
tasavvur dokundu sevdâma
Âh
böyle gezer mi hîç cânân?...
Gül
değil arkasında kanlı kefen...
Sen
misin, sen misin garîb vatan?...
Namık Kemal
*
Aşağıdaki örnekte de “vatan” bir çınara
benzetilmiştir.
ÇINAR
Hani bir gün seninle Topkapı’dan
Geliyorduk; yol üstü bir meydan
Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde, belki altı asır
Belki ondan da fazla dalgın, ağır
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
…
Tevfik Fikret
Geliyorduk; yol üstü bir meydan
Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde, belki altı asır
Belki ondan da fazla dalgın, ağır
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
…
Tevfik Fikret
*
Orhan
Seyfi Orhon‘a ait aşağıdaki “Kar” adlı
şiirde kış, şairin kapısını çalan bir
yabancıya benzetilmiş ve kışa ait özellikler, bu yabancının kişiliğinde
toplanmıştır.
KAR
Dışarıda yorgun adımlar… Çalındı sonra kapım:
“Acep gelen, bu zaman kim?” dedim, gidip açtım.
Görünce kalbimi oynattı bir küçük titreyiş Garip
çehreli, ağırbaşlı bir derviş. Elinde buzdan
asa, koltuğunda bir ney var. Omuzlarında uzun,
bembeyaz uzun saçlar… Ne var, dedim, nereden
geldin ihtiyar, ne adın? Neden bu korkulu yollarda
böyle geç kaldın? – Uzak, uzak dedi meçhul
uzak ufuklardan Sürüklüyor beni ruhumda
duyduğum hicran. Kutupların geçerek buzdan
denizlerini Ümidimin her tarafta aradım izlerini
Yabancı yolların üstünde ağladım, koştum. Bahar
âşığıyım, kıştır ismim ey dostum.
Orhan Seyfi Orhon
Benzeyen: Kış
Kendisine benzetilen: Yabancı kişi
Benzetme yönü: Yorgun adımlarla gelmek, elinde buzdan asa olmak, omuzlarında uzun ve bembeyaz saçları olmak, ihtiyarlık, kutupların buzdan denizlerini geçerek uzaklardan gelmek, bahar âşığı olmak.
Kendisine benzetilen: Yabancı kişi
Benzetme yönü: Yorgun adımlarla gelmek, elinde buzdan asa olmak, omuzlarında uzun ve bembeyaz saçları olmak, ihtiyarlık, kutupların buzdan denizlerini geçerek uzaklardan gelmek, bahar âşığı olmak.
“Temsîlî teşbihlerde benzeyen ve kendisine benzetilenin mürekkeb,
yani birden fazla unsurun oluşturduğu bir heyetten, bir tasavvurdan teşekkül
ettiğini de görürüz. Dolayısıyla temsilî teşbihler, mürekkeb teşbihtir.
Kısacası burada belirleyici olan benzetme yönüdür. Benzetme yönü hemen göze
çarpacak nitelikte ise orada temsilî teşbih yoktur, karmaşık bir yapı ise yani
benzetme yönünü yoruma bağlı bulabiliyorsak orada temsîlî teşbih vardır
demektir.
Bilindiği üzere temsilî teşbihlerde bir düşünce veya duygu başka
bir ibâreyle desteklenip bir iddia kanıtlanma yoluna gidilebilir.
Kimi zaman
fikre destek ve kanıt olarak sunulan ibâre bir darb-ı mesel olabilir. İşte
böylesi durumlar için kullanılan ve genellikle darb-ı mesel özelliği taşıyan bu
ibareler temsilî teşbihi oluşturur.
Karamanlı Nizami Divanı’nda tespit
ettiğimiz temsilî teşbih örnekleri daha çok bu özelliktedir:
Dil ham-ı zülfüñde vasl ister niçün olmaz kabûl
Çün şeb-i Kadr içre
dirler müstecâb olur du‘â
Sevgilinin zülüflerinin kıvrımında asılı olan âşık, vuslatı arzularken
bu gerçekleşememektedir. Bu durum karşısında şair, halk içinde çok kullanılan
ve dinî bir dayanağı da bulunan Kadir gecesi duaların kabul olunduğu inancına
iktibasta bulunup bir temsilî teşbih örneği sunmaktadır. Dikkat edilecek olursa
sevgilinin saçları ve Kadir Gecesi arasında bir benzetme oluşturulmak
istenmekte, ancak benzetme yönü açık ve herkesçe anlaşılabilecek bir durum sergilememektedir.
Sögdügüñce çıkmadı dilden hayâli zülfüñüñ
Gerçi dirler yahşı
söz ile yılan inden çıkar”
2.Teselsülî Teşbih/ Zincirleme Şeşbih, (Teşbih-i Cem‘ / Toplu Benzetme):
Benzeyenin bir yönü için, birden fazla kendisine benzetilen bulunarak
yapılan benzetmedir. Yani bir benzeyene
karşılık birden fazla kendisine benzetilenin olduğu teşbihtir.
Ne yoldur ‘ışkuñuñ
yolı ki anda
Gam u derd ü belâ vü
ğussadur zâd
Âşığı sevgiliye götürecek yol tehlike ve zorluklarla dolu
çetin bir yoldur.
Şair de beyitte bu yolun zorluğundan dem vurmaktadır. Sevgilinin aşkının yolu öyle bir yoldur ki o yolda âşığın azığı bile gam, dert, belâ ve kederdir.
Beyitte azık benzeyeni, birden fazla olan gam, dert, bela ve gussa benzetilenleriyle beraber teselsülî bir teşbih oluşturmuştur.
Şair de beyitte bu yolun zorluğundan dem vurmaktadır. Sevgilinin aşkının yolu öyle bir yoldur ki o yolda âşığın azığı bile gam, dert, belâ ve kederdir.
Beyitte azık benzeyeni, birden fazla olan gam, dert, bela ve gussa benzetilenleriyle beraber teselsülî bir teşbih oluşturmuştur.
Benzeyen: Zâd
Kendisine benzetilen: Gam u derd ü belâ vü ğussa
...
Söyle ey
kilk-i suhan-ver bülbül-i gûya gibi
Böyle
hâmûş olma nakş-ı gonce-i zîbâ gibi
(Ey sözcü kalem konuşan bülbül gibi söyle
Süslü bir gonca nakışı gibi böyle suskun olma)
Oldu mu
yoksa meğer tanbûr-veş târın şikest
Lüknetin
mi var zebânında yahud bebgâ gibi
(Yoksa tanbur gibi tellerin mi koptu?
Yoksa senin dilinde papağan gibi pelteklik mi var?)
1. mısra: Kalemi bülbüle benzetmiştir.
2. mısra: Kalemi süslü gonca nakışına benzetmiştir.
3. mısra: Kalemi teli kopuk tanbura benzetmiştir.
4. mısra: Kalemi papağana benzetmiştir.
3.Tesviyeli Teşbih (Düzenlenmiş Benzetme):
Teselsülî teşbihin
tam tersi olan bu benzetmelerde benzeyen birden fazla iken kendisine benzetilen
bir tanedir.
Ey Mushaf-ı
cemâlüñe nûr u ziyâ varak
Vey şâm-ı zülf
ü hattuña şems ü kamer çerâg
(Kur’an gibi mükemmel olan sevgilinin yüzüne nûr ve ışık sahife
iken akşam gibi olan zülüf ve hattına da güneş ve ay mumdur.)
Teselsülî teşbihin aksine şair bu defa birden fazla
benzeyene karşılık bir tane kendisine benzetilen kullanarak tesviyeli teşbih
örneği
Benzeyen: nûr u ziyâ / şems ü kamer
Kendisine benzetilen: varak / çerâğ
4.Melfûf Teşbih (Dürülmüş / Bir araya toplanılmış Benzetme):
Benzeyen ve kendisine
benzetilenlerin birden çok olduğu benzetmelerdir. Önce benzeyenler hep beraber
söylenir, daha sonra ise kendisine benzetilenler yine hep beraber söylenir.
Bazen bunun tam tersi de olabilir.
Göñül
zülf ü dehânun dâl u mîmin
Kaçan kim görse
aydur dem bu demdür
Şair, bu beyitte divan şiirinde sık kullanılan harfe dayalı benzetmelerden
faydalanarak sevgilinin güzelliğini yüceltmeye çalışmıştır. Önce benzeyen konumundaki
zülf ve dehân söylendikten sonra yine hep beraber kendisine benzetilenler, dal
ve mim harfleri zikredilmiş, böylece melfûf bir teşbih örneği oluşturulmuştur.
Ayrıca şair, bu harflerin yan yana gelişiyle oluşturulan dem sözcüğünü de iki tekrarla
ve aynı zamanda tevriyeli kullanarak (zaman/kan) beyti hemahenk hem de mânâ
açısından zenginleştirmiştir.
Benzeyen: zülüf / dehân
Kendisine benzetilen:dâl / mîm
...
...
Gerdan-i
billûrun üzre gûyiyâ bir şişede
Sünbül-ü
şebbü gül-i terdür o zülf ü hal ü ruh
Gerdan- ı billûr: Billur gerdan
Şebbû: Şebboy
Hal: Ben
Şişe: Cam bir vazo denmek istenmiştir.
Zülf: Saç
Ruh: Yanak
(Billur bir vazoya benzeyen boynun, gerdanının üzerinde
sanki bir vazoda duran sünbül, şebboy ve taze güldür senin saçın, benin ve
yanağın)
Yukarıdaki örnekte sünbül, şebboy, gül sırasıyla
sayılmıştır. Bunlara saç, ben, yanak benzetilmiştir. Saç sünbüle, ben şebboya,
yanak taze güle benzetilmiştir. Müşebbehün bihler önce sayılmış, müşebbehler
sonra söylenmiştir. Bunun için teşbih-i melfuf vardır.
5. Mefrûk Teşbih (Ayrılmış Benzetme):
Melfûf teşbihte
olduğu gibi birden fazla benzeyen ve kendisine benzetilen olmasına rağmen
bunlar bir araya toplanarak söylenmezler. Her benzeyenin yanında kendisine
benzetileni yer alır. Yani bir benzeyen ve kendisine benzetilenin
söylenmesinden sonra başka bir benzeyenle kendisine benzetilen söylenir.
Başdan
ayağa göz oldı yüzüñi görmek içün
Ey yüzi gül
saçı sünbül boyı ‘ar’ar nergis
(Yüzü gül, saçı sünbül, boyu ‘ar‘ar olan sevgilinin yüzünü görmek
için nergis baştan ayağa göz kesilmiştir.)
Burada birden fazla olan benzeyen ve kendisine benzetilen yan yana kullanılarak mefrûk teşbih örneği oluşturulmuştur.
Burada birden fazla olan benzeyen ve kendisine benzetilen yan yana kullanılarak mefrûk teşbih örneği oluşturulmuştur.
Benzeyen: yüz-saç-boy
Kendisine benzetilen: gül-sünbül-‘ar‘ar
...
...
Meyhâne gülsitândur, peymâne gül-feşândur
Sâki nihâl-i şûhu, mutrib hezâr-ı zârı
Namık Kemal
(Meyhane gül bahçesidir, kadeh o bahçenin gül saçıcısıdır.
Saki o bahçenin şuh bir fidanıdır. Çalgıcı da o bahçenin inleyen bülbülüdür.)
Yukarıdaki örnekte müşebbehler meyhaneye ait, müşebbehün
bih’ler gül bahçesine aittir.
7.Tehekkümî Teşbih
veya Teşbih-i Telmihî:
Birbirine zıt
unsurlarla yapılan teşbihtir. “Benzeyenin durumunun mizah, yergi veya latife
yollu izâhı gözetilerek aralarında müşterek bir vasıfları olamamasına rağmen
müşebbehünbihe benzetilmesi” bu benzetmenin temel özelliğini oluşturur.
Karamanlı Nizâmî’de
tehekkümî teşbih örneği :
La‘l-i
hayât-bahşuñ kanum dökerse tañ mı
Çûn tâli‘ümde
olur âb-ı hayât kâtil
Hayât suyuna teşbih olunan dudağın özelliği; âşığın canına can
katmaktır. Beyitte ise şair bu özelliğinin zıttı olarak dudağa can alıcı, yani
kâtil benzetmesini yapmış; böylelikle de tehekkümî teşbih örneği oluşturmuştur.
8.Teşbih-i Karîb (Mübtezel Teşbih):
Çok yaygın,
araştırmaya ve zihin yormaya ihtiyaç duymayacak şekilde, yani ilk anda
anlaşılacak biçimde kullanılan vech-i şebehlerle oluşturulan benzetmelerdir. Bu
tür benzetmeler şairler tarafından çok fazla kullanılmış olmaları yüzünden
kişiler üzerinde etkisi azalmış olan benzetmelerdir. Boyun serviye, dişin inciye,
dudağın la‘le, kirpiğin temrene, kaşın hilâle… benzetilmesi bu cinsten
teşbihlerdir.
Karamanlı Nizâmî divanında çok sayıda mübtezel teşbih tespitetmiş
olmakla beraber örnek olarak şu beyitleri sunabiliriz:
Kaddüñle
zülf ü agzuña eyler işâreti
Kur’ânda her ne
yirde elif lâm u mîm ola
...
Sevgilinin bazı fiziksel özelliklerinin Arap alfabesinden
çeşitli harflere teşbih edilmesi, divan şairleri tarafından sıklıkla kullanılan
alışılmış benzetmelerdendir. Burada da şair boyu elif, zülfü lâm, ağzı ise mîm
harfine benzeterek mübtezel teşbih örneği sunmuştur.
Benzeyen: kadd/zülf/ağız
Kendisine benzetilen: elif/lâm/mîm
9.Teşbih-i Ba‘îd / Garîb:
Vech-i şebehleri
orijinal nitelik taşıyan, bunun için özel ilgi ve düşünceyle sezilebilen
teşbihlerdir. Bu benzetme “teşbih-i
karîb”e nazaran daha makbul ve orijinal bir özellik taşır. Şair, sıradan ve herkesçe
bilinen bir teşbihin dışına çıkmak istediği için bu teşbihi yaparken orijinal
hayallere ve güzel bir söyleyişe önem verir. Bu sebeple bu tür benzetmelerde
orijinallik ve güzellik ön plandadır.
Ayrıca teşbihin bu türünde, iki önemli unsur arasındaki
benzerliğin anlaşılması ciddi bir dikkat gerektirir.
Ol nûr-i İlâhî ki tufûliyyet içinde
Mihr imiş aña
dâye meh imiş aña lâlâ
Çocukken o İlâhî nûra; güneş ana, ay ise bakıcı olmuştur. Güneşin
anne, ayın ise bakıcı olarak kullanılması orijinal bir teşbihtir.
Benzeyen: mihr/meh
Kendisine benzetilen: dâye/lâlâ
(Dr. Mehmet Halil Erzen, Karamanlı Nizami Divanında teşbih
ve istiare sanatlarının kullanımı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
*
Komparezon (comparaison, karşılaştırma)
İki öğe (varlık, nesne, durum vb…) arasında benzerlik ilişkisine dayalı olarak yakınlık-uzaklık durumunu belirten bir figürdür. Sentaksiko-semantik olan bu figür belirlenen, işaretlenen iki şey arasındaki benzerliği, farklılığı veya üstünlüğü ifadede ya da yaratmada kullanılır. Böylece benzeyen ve kendisine benzetilen gibi iki temel üzerine kurulan bu figürün karşılaştırma aracı benzetme ve karşılaştırma edatları olur. Bunlar çoğunlukla kadar, gibi, …den daha, nasıl…öyle; ha…ha…, kimi…kimi…, kah…kah…, ister…ister… veya, yahut, veyahut gibi edat ve karşılaştırma sözcükleridir.
“bir kurt nasıl kuşanırsa öyle kar günlerini;
aynalar kuşanıyor aynadaki tenini…” (ten sonnet’si 247)
“sevinç bulaşıcı bir sayrılık
gibi tiksinç” (orpheus’a şiirler, 228)
“kimbilir, bir akarsu, ipekten ve kızıllıktan
daha bâkir, öylece, akıyorken o vâdi;” (bakir sonnet, 273)
Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)
*
Komparezon
(Fr. Comparaison; İng. comparison)
Benzetme, teşbih. Birbirlerine benzeyen iki şeyi birbirine yaklaştırmak; bu şekilde, kızgınlık ile fırtına, bir genç kızla bir gül, bir kahramanla bir aslan, yardımseverlik (charité) ile güneşin canlılık veren sıcaklığı yanyana getirilebilir, bunlar arasında bir ilişki kurulur, bir benzetme yapılır. Bu figürün yarattığı en sıradan etki, ifadeye daha fazla canlılık verir. Buradan hareketle: Melek kadar güzel, yıldırım gibi hızlı, v.b. S. 169
TEŞBİH
Çukurova’da atlar gibi şahlandı gönül (B. Kemal Çağlar; Benden İçeri, s.91)
Deniz, sanki âşığından geçici olarak mahrum
Kalmış bir genç kadındı.
(Tahsin Nahid, Hasta Bir Telde Hasta bir Nağme)
Ali Ak
Test
1. Aşağıdaki cümlelerden hangisinde benzetmenin dört
unsuru da vardır?
A) “O altın sarısı saçlarını yeniden
okşasam, okşasam”
B) Şimdi o güzelim günleri nasıl
özlüyorum bir bilsen!
C) Mehmetçik, cesaret ve kahramanlıkta
aslan gibidir.
D) O zeytin gözlere doyamadım, diyerek
sızlanıyordu.
E) Oğul, gelecek günler, geçmişten
güzel olmayacak.
*
2. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde benzetmenin dört
unsurundan sadece “benzeyen” ve “benzetilen” kullanılmıştır?
A) Oysa bütün arkadaşlarım o geziye
gitmişti.
B) Çok heyecanlandığından elleri
titriyordu.
C) Bu adam, tilki gibi kurnaz biridir,
dikkat et.
D) Çocuklarına, karısına yıllarca
cehennem hayatı yaşattı.
E) Hayatta kalma savaşı veren bir genci
anlatıyor, yazar.
*
3. Aşağıdaki dizelerden hangisinde iki öğesi olan bir teşbih
(benzetme) vardır?
A) Sevinçten kanatlıyım,
Uçan
martılar gibi
B) Kırlar çiçek sergisi
Sensin gönül
nergisi
C) Zalim senin adın olsun
Bir vefasız yârin
olsun
D) Gerçek sevgiyi göster
Can vereyim
yoluna
E) Giden günlerin ardından
Seni
düşündüm dün gece
*
4. (I) Dik, sarp bir doruğa tırmanan bir dağcıyı
andırıyor deneme yazarı. (II) Yamaçta ayağını koyacağı bir yer arıyor. (III)
Elleriyle tutunacak bir yer seçiyor. (IV) İpini takacağı bir kaya parçası
gözlüyor; adım adım tırmanıyor, sınaya sınaya yükseliyor. (V) Tepede, ulaştığı
noktada, bir dağcı gibi güven duygusu sarıyor içini.
Yukarıdaki cümlelerin hangisinde benzetmeye yer verilmiştir?
A) I ve III
B) I ve V
C) II ve III
D) II ve IV
E) IV ve V
Yukarıdaki cümlelerin hangisinde benzetmeye yer verilmiştir?
A) I ve III
B) I ve V
C) II ve III
D) II ve IV
E) IV ve V
*
5. I. Bir sözün benzetme amacı güdülmeden başka bir sözcük yerine
kullanılma sanatıdır.
II. Birden çok gerçek anlamı olan bir sözün yakın anlamını söyleyip uzak
anlamını kastetme sanatıdır.
III. Belli bir duyguyu ve düşünceyi vurgulamak için sözü soru şeklinde söyleme sanatıdır.
IV. Bir anlam inceliği oluşturmak için bilinen bir durumu bilmezlikten gelme sanatıdır.
Yukarıdaki numaralı cümlelerde aşağıdaki söz sanatlarından hangisinin açıklaması yoktur?
A) Teşbih
B) İstifham
C) Tevriye
D) Mecaz-ı mürsel
E) Tecahül-i arif
III. Belli bir duyguyu ve düşünceyi vurgulamak için sözü soru şeklinde söyleme sanatıdır.
IV. Bir anlam inceliği oluşturmak için bilinen bir durumu bilmezlikten gelme sanatıdır.
Yukarıdaki numaralı cümlelerde aşağıdaki söz sanatlarından hangisinin açıklaması yoktur?
A) Teşbih
B) İstifham
C) Tevriye
D) Mecaz-ı mürsel
E) Tecahül-i arif
*
13.“Yeşile koşan Londra’yı gördükçe hep denizi kovan İstanbul’u
düşündüm.” cümlesinde aşağıdaki söz sanatlarından hangisi vardır?
6. Sözü daha etkili bir hale getirmek
için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından
güçlü olanı, nitelik bakımından daha güçlü durumda olana benzetmektir. Bu
söz sanatında amaç, bir
anlamda anlama güç katmaktır. Bu söz sanatında dört temel öğe vardır. Bu
temel öğelerin kullanılıp kullanılmamasına göre
çeşitleri belirlenir.
Yukarıdaki parçada sözü edilen söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Teşhis
B) Teşbih
C) Kinaye
D) Mecaz-ı Mürsel
E) İstiare
*
7.Aşağıdakilerden hangisinde Teşbih (benzetme) sanatına baş vurulmamıştır?
*
7.Aşağıdakilerden hangisinde Teşbih (benzetme) sanatına baş vurulmamıştır?
A) Yüce dağ başında olursa ayrılık
Sen
düşürdün gül benzime sarılık
B) Gündüz denizlerde sönerken baktık
Ve
çobanlar gibi dallar yaktık
C) Şenyuva apartmanı bodrum katı
Kutu gibi bir dairede otururlar
D) Bir güzel yırtıcı kuş gördüm,
baktım
Som mücevher gibi kan kırmızı tırnakları
E) Evet oğlu, Hoca
sevmezdi bilirdim Saray’ı
Ama sözmezdi de hoşlanmadığından dolayı
*
8.Yalnız bu katta mümkün olur dâimî uçuş
*
8.Yalnız bu katta mümkün olur dâimî uçuş
Her hamlesiyle rûh, o çelikten kanatlı kuş
Ufkunda bir dakika görünmeksizin
Hür gökte, hür denizde uçar hür ufuklara
Yukarıdaki dörtlükte kendisine benzetilen öğe aşağıdakilerden
hangisidir?
A) Çelikten kanatlı kuş
B) Rûh
C) Ufuk
D) Hür gök ve hür deniz
E) Daimi uçuş
*
9.I. Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.
Yukarıdaki numaralanmış cümlelerin hangilerinde dört
öğesi de bulunan Teşbihe (benzetmeye)
yer verilmiştir?
*
9.I. Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.
II. Bu dil ağzımda annemin sütüdür.
III. Rü’ya gibi bir yazdı, yarattın
hevesinle
IV. Ruhum yıldızsız bir gece gibi karanlıktı
V. Bizim köy altın bir tepsidir,
koşar maviye
A) I. ve II.
B) II. ve III.
C)III. ve V.
D) I. ve IV.
E) IV. ve V.
*
10.Boş sınıfları hiç sevmem, içinde öğrenci olmalı.
Yoksa eskimiş sıralar seslenmeye başlar, boyası dökük duvarlar konuşur olur
yüzüne karşı. Kara tahta beyaz renkli tebeşiri elinden alıp uzaklara çok
uzaklara atar. Ve arkasından baka kalırsın. Sonra öğretmen masasına yönelirsin
oturmak istersin, izin vermez; mecbur dışarı çıkarsın. Silinir zihnindeki
bilgiler yavaş yavaş. Boş sınıfları hiç sevmem, bu yüzden içinde öğrenci
olmalı.
Yukarıdaki parçadan alınan
sözlerin hangisinde “teşhis” sanatına başvurulmamıştır?
A)
Eskimiş sıralar
B)
Boyası dökük duvarlar
C)
Kara tahta
D)
Öğretmen masası
E) Beyaz renkli tebeşir
*
11.Benzetmenin dört öğesi vardır :
*
11.Benzetmenin dört öğesi vardır :
1. Benzeyen: Özellikçe zayıf olan
2. Kendisine Benzetilen: Özellikçe güçlü olan
3. Benzetme Yönü: Aktarılan özellik
4. Benzetme Edatı: gibi, kadar, sanki, güya, misal, andırmak…
2. Kendisine Benzetilen: Özellikçe güçlü olan
3. Benzetme Yönü: Aktarılan özellik
4. Benzetme Edatı: gibi, kadar, sanki, güya, misal, andırmak…
Bir siyah kadındır kaldırımlarda gece.
Yollar köyleri saran eskimiş çerçeveler.
Yollar köyleri saran eskimiş çerçeveler.
Yukarıdaki
dizelerde hangi kelimeler teşbihin temel öğesi olan “benzeyen” olarak
kullanılmıştır?
A) Kadın – Kaldırım
B) Gece – Yollar
C) Çerçeve – köyler
D) Kadın – Gece
E) Yollar - Kaldırım
*
12.Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır.
*
12.Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır.
Şair, kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu
heyecanını daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh hâlini okuyucuda bu yolla yansıtmaya çalışır.
Yukarıda açıklaması verilen
söz sanatının aşağıdakilerin hangisinde bir örneği yoktur?
A)
Gözlerimiz kurşun elimiz bıçak
Severken öldürdük güzellikleri
B)
Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz
C)
Şiir toprak kokusudur
Şiir damla damla sudur
D)
Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
E) Gece durmadan akıp gitti
Çevirin gündüzün
sayfalarını.
*
A) Teşbih
B) Teşhis
C) Mürsel Mecaz
D) Tekrir
E) Kinaye
*
*
14. Aşağıdaki dizelerin hangisinde tam
benzetme-
ye yer verilmiştir?
A) Bir bozuk
saattir yüreğim, hep sende durur.
B) Ölü bir yılan
gibi yatıyordu aramızda, yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
C) Esmer bir
kadındır, kaldırımlarda gece.
D) Sabahtan
uğradım ben bir fidana
E) En güzel
türküyü bir kurşun söyler.
*
15. I. Ne nergis, ne leylak, ne gül, ne bülbül
Hepsiyle dolu bir selesin sen
II. Kim bu cennet
vatanın uğruna olmaz ki feda?
Yukarıdaki iki dizede
ortak olan söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Tenasüp
B) Tezat
C) Mübalağ
D) Açık İstiare
E) Teşbih-i Beliğ
*
16. Aşağıdaki dizelerin hangisinde teşbihe yer ve-
rilmemiştir?
rilmemiştir?
A) ölüm, asude bahar ülkesidir rinde
B) Gönlü, her yerde buhurdan gibi
yıllarca tüter.
C) Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor çiçek çiçek
D) Yarin dudağından getirilmiş Bir
katre alevdir bu karanfil
E) Yüce dağlar birbirine göz eder
Rüzgar ile
mektuplaşır naz eder
*
17. Aşağıdaki dizelerden hangisinde dört öğesi de
bulunan tam benzetmeye yer verilmiştir?
bulunan tam benzetmeye yer verilmiştir?
A) Boğaz Köprüsü, karınca yuvası
gibidir.
B) Gider oldum kömür gözlüm bu
ilden.
C) Yüce dağ başında siyah bir tül
var.
D) Zaman, bir rüzgar gibi hızla akıp
gitti.
E) Ay, zeytin ağaaçlarının arasından
damlıyordu.
*
Cevap anahtarı: 1.C, 2.D, 3.B, 4.B, 5.A, 6.B, 7. E, 8.A, 9.D, 10.E,
11.B, 12.E, 13.B, 14. B, 15. E, 16.A, 17.D,
11.B, 12.E, 13.B, 14. B, 15. E, 16.A, 17.D,
Kaynaklar:
- Dr. Mehmet Halil Erzen, http://www.yyu.edu.tr/bolum_dosyalari/akademik/28/
- Dr. Mustafa Altun, http://www.dilbilimi.net/edebi_sanatlar.pdf
- http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar
- http://www.edebiyatdunyasi.com/edebiyatdersi.php?isl=oku&id=11
- http://www.edebiyatogretmeni.org/edebi-sanatlar/
- http://www.xn--edebiyatgretmeni-twb.net/soz_sanatlari
- http://www.turkcebilgi.com/edebi_sanatlar
- http://www.erguven.net/test/Benzetme-Tesbih-Sanati-Ornekleri128
- http://www.bilgicik.com/yazi/soz-sanatlari-
- http://www.cokbilgi.com/yazi/tesbih-benzetme-sanati-edebi-sanatlar/
...
Ek okuma
Teşbîh
Teşbîh
Edebî sanatlardan biri olan teşbîh de Kur'ân-ı Kerîm'de mühim bir yer işgal eder.
Teşbîh aralarında hakikî veya mecazî yönden ilgi kurulabilen iki varlıktan zayıf olanın kuvvetli olana benzetilmesi ile yapılan bir sanattır. "Onun nuru, içinde lâmba bulunan bir kandil yuvasına benzer" (Nûr, 24/35).
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuranda-edebi-sanatlar
*
Kuran’ı Kerim’de teşbih sanatı için
verebileceğimiz en güzel örnek, “...Genişliği, gökle yerin genişliği gibi olan
bir cennete koşun.” [Hadid Suresi, 21]
Allah (cc), bu ayette insanın kavrayış
düzeyine uzak olan cenneti, bilinen yeryüzü ile gökyüzüne teşbih ederek insanın
idrakine sunmuştur.
http://www.sozvekalem.com/
*
KURAN’DA YAPILAN BENZETMELER
Kuran’da bazı ayetlerde birtakım benzetmeler yer alır.
Sonsuz hikmet sahibi olan Allah’ın yaptığı bu benzetmeler son derece etkili, okuyanın o konuda
anlayışını açacak niteliktedir. Benzetmelerin ve tasvirlerin tümü, aktarılan
konuyu en etkili ve anlaşılır şekilde örneklendirmektedir:
Şüphesiz
ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün
kapıları
açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar
cennete
girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (Araf
Suresi,
40)
Onların
yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savrulmuş toz zerreleri
kılıverdik.
(Furkan Suresi, 23)
Rablerini
inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde
rüzgarın
şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeye güç
yetiremezler.
İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. (İbrahim Suresi, 18)
İnkar edenlerin
örneği bağırıp çağırmadan başka birşey işitmeyip (duyduğu veya
bağırdığı
şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği
gibidir.
Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl
erdiremezler.
(Bakara Suresi, 171)
Allah'ın
dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine
benzer.
Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir
bilselerdi.
(Ankebut Suresi, 41)
Ey
iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş
olsun diye
malını
infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.
Böylesinin
durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine
sağnak
bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından
hiçbir
şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet
vermez.
(Bakara Suresi, 264)
Onların
bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin
ekinine
isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgara benzer ki onu (ekini)
helak
etmiştir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine
zulmetmektedirler.
(Al-i İmran Suresi, 117)
Hak
olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O'na (olan)dır. Onların Allah'tan başka
çağırdıkları ise, onlara hiçbir şeyle
cevap veremezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin
diye,
iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez.
inkâr
edenlerin duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir. (Rad Suresi,
14)
Yalnızca
Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için
mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur
aldığında
ürünlerini
iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur
isabet
etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi,
265)
Allah'ı
birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak
koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız
bir yere
sürükleyip
atmış gibidir. (Hac Suresi, 31)
Eğer
Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere
saplandı),
hevasına
uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına
bıraksan
dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi
yalanlayan
topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki
düşünsünler.
(Araf Suresi, 176)
Allah'ın
ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki
nimetini
hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı
ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine
siz,
tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete
erersiniz
diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Binasının
temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran
kimse
mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup
onunla
birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah,
zulmeden
bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
İman
edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil
miydi?" Fakat, içinde
savaş
(kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde
hastalık
olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana
baktıklarını
gördün. Oysa onlara evla (olan): itaat ve maruf (güzel) sözdü.
Fakat
iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat
gösterselerdi,
şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 20-21)
Hani
onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış,
yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda
bulunuyordunuz.
İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla
sarsıntıya
uğratılmışlardı. (Ahzab Suresi, 10-11)
(Ey
Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma,
onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. Başlarını
dikerek
koşarlar,
gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur.
(İbrahim
Suresi, 42-43)
Sur'a üfürülmüştür;
böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar
halinde)
süzülüp-giderler. (Yasin Suresi, 51)
O,
biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır.
Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt)
göremezsin. İşte
gözü(nü)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?
Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan)
umudunu
kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
*
Kuran’da yeniden diriliş benzetmesi: Çekirgeler gibi
Hepsi de alçalmış bakışlarla mezarlarından çıkarlar. Tıpkı
yayılan çekirgeler gibi. (54-Kamer Suresi 7)
Yukarıdaki ayette inkârcılara ahirette diriltilecekleri
hatırlatılmaktadır. Milyarlarca insanın topluca dirilişi ne kadar da müthiş bir
sahnedir! Şaşkınlık... Pişmanlık... Korku... Herkes yalnız başına... Bir tek
Allah’ın yardımının faydalı olabileceği bir gün... Dünya’da çok itibar edilen
mevkilerin, ailelerin, paraların, mülklerin fayda etmediği bir gün... Geriye
dönüşün olmadığı bir gün…
Kuran,
o gün insanların mezarlarından çıkışını çekirgelere benzetmektedir. Peki,
neden çekirgelere? Son yüzyılda böcekler üzerinde mikro kameralar ve sistemli
gözlemlerle yapılan araştırmalar, neden çekirgelerin örnek olarak
gösterildiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Çekirgeler yumurtalarını
toprağın içine tohum gibi yerleştirirler ve çekirge larvaları uzun bir müddet
toprağın altında kaldıktan sonra yeryüzüne çıkarlar. Nereden çıkarlar? Toprağın
altından... Yani çekirgeler ve insanlar benzer şekilde;
- Toprağın altında,
- Uzun bir müddet kaldıktan sonra,
- Topluca,
- Çok kalabalık olarak,
- Yeryüzüne çıkarlar.
Kuran’da öğüt almamız için örnekler verilir. Bu örnekler
üzerine düşünmemiz, hem Allah’ın verdiği örneklerin güzelliğini, hem de bu
örneklerle kastedilen anlamları anlamamızı sağlayacaktır.
İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak
bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdirmez. (29-Ankebut Suresi 43)
Prof. Dr. Caner Taslaman www.canertaslaman.com
Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman www.emredorman.com
http://www.aksam.com.tr/ramazan/kuranda-yeniden-dirilis-benzetmesi-cekirgeler-gibi/haber-326901
*
Teşbih
Kur’ânın i’caz sırlarından biri teşbihtir.
Teşbih (allegori), aralarında ya hakikaten veya mecazen
münasebet bulunan şeyleri birbirine benzetmektir.
Teşbihte esas olan, zayıfın kuvvetliye benzetilmesidir.
Mesela, “Ali, arslan gibi cesurdur” dediğimizde Ali’nin
cesaretini arslana benzetiriz. Bu cümlede teşbihin dört esasını da görmekteyiz:
1. Müşebbeh, yani benzeyen. (Ali)
2. Müşebbehün bih, yani benzetilen. (Arslan)
3. Vech-i şebeh, yani benzetme ciheti. (Cesaret)
4. Edat-ı teşbih. (gibi)
Bu dört unsurun da beraber bulunduğu teşbihe “teşbih-i
mufassal”;
vech-i şebehi söylenmeyen teşbihe “teşbih-i mücmel”;
edat-ı teşbihi bulunmayan teşbihe “teşbih-i müekked” ve
vech-i şebehle edat-ı teşbihi olmayan teşbihe “teşbih-i
beliğ” adı verilir.
Dört unsuru da taşıyan teşbihler fazla kullanılmaz. Belağat
cihetiyle de makbul değildir. “falanın ilmi deniz gibi” demektense, “falan
deryadır” demek daha etkilidir.
Teşbihte her cihetle mutabakat aranmaz.
Müşebbehin müşebbeh
bih’e bir yönden benzemesi yeterlidir. Diğer bir ifadeyle, teşbihin bir haddi
vardır. Çünkü eşya bazı cihetlerden birbirine benzer, bazı cihetlerden ise
birbirinden farklıdır. Dolayısıyla teşbihin hangi cihetten olduğuna bakılır.
Mesela insanın yüzü ay ve güneşe benzetilince bununla yüzün parlaklığı
kastedilir. Yoksa cirmen büyüklük ve yakıcılık hatıra gelmez. “Ali arslandır”
dediğimizde cesaret yönünü nazara almak yeterlidir. Ayrıca tüy ve pençe aramaya
lüzum yoktur.
Teşbih ile anlatımda bir takım incelikler, nükteler,
ibretler vardır. Teşbih, manayı canlı bir şekilde zihne yaklaştırır. Günlük
hayatımızda ve edebiyat alanında sıkça teşbihlerle karşılaşırız. Mesela, siyah
saç geceye, yüksek insanlar yıldıza, at rüzgar ve şimşeğe, yıldızlar inci ve
çiçeklere, gemiler dağlara, cimri insan kurak araziye… benzetilir.
Yahya Kemal’in “durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman”
ifadesinde, zaman durmuş saate benzetilmiştir. Durup geçmeyen zaman, gerçekten
“durmuş bir saat” değildir. Şair, ruh sıkıntısından doğan vaktin bir türlü
geçmeyişini bu şekilde daha kuvvetli anlatmıştır.
Bir de şu ifadelere bakalım: Gökgürültüsü sanki havada gezen
bulutların çobanıdır. Hava okyanusunda şimşek asasını bulutların başlarına
doğru uzattığında, bu parçalar titreşir, sarsılırlar. Onların bu hali, haşre
rastlamış dağları veya kasırgaların oynadığı gemileri, altta depremin
titreştirdiği bahçeleri veya eşkiyanın hücumundan kaçan bir kafileyi
hatırlatır.
Teşbih müşebbehün bih itibariyle de “hissî ve aklî” olmak
üzere ikiye ayrılır.
“Sen güneş gibisin” ifadesi hissî bir teşbihtir,
“Cehalet ölüm gibidir”ifadesi ise aklî bir benzetmedir.
Cehennem zakkumundan bahseden ayette “o ağacın tomurcukları
şeytanların başları gibidir” denilmesi ise vehmî bir benzetmedir. (Teşbih-i
muhayyel.)Yani hariçte ve vaki’de insanlar böyle bir şey görmemekle beraber,
zihnen ve hayalen böyle bir ifadeyi tasavvur
edebilmektedirler.
edebilmektedirler.
Kur’ân-ı Kerim’in bazı teşbihleri din düşmanlarınca
saptırılarak İslam’a saldırıda kullanılmak istenir. Bunlardan biri şu ayettir:
“Kadınlarınız sizin için bir harstır”
Hars kelimesi, “ekinlik, ekim yeri” anlamında olup, bununla
kadının kadınlık uzvu toprağa, erkeğin nutfesi tohuma, doğacak çocuk da
hasılata benzetilmiştir. Bu beliğ teşbih, gerçeğin latif bir anlatımı iken,
bunu “Kur’ân kadını tahkir etmiştir” şeklinde yorumlamak idrakten mahrumiyetin
ve art niyetin net bir göstergesidir.
Şu ayet de kadınlarla alakalı beliğ bir teşbihtir:
“Onlar (kadınlar) sizin için bir libas, siz de onlar için
bir libassınız.”
Yani, elbise gibi yekdiğerinize sarılır, sarmalaşırsınız.
Elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, herbiriniz
diğerinin halini örter, iffetini muhafaza ve fücurdan viikaye eder.
Kur’ânda Teşbihle
İlgili Yazılmış Başlıca Kitaplar
Esraru’t-Tenevvü’fi Teşbihati’l-Kur’âni’l-Kerim, Melik Hasan
Bahş
Et-Teşbihati’l-Kur’âniye ve Mede Te’siruha fi’n-Nüfus,
Daifullah er-Rahili
Kitabu’l Ceman fi Teşbihati’l-Kur’ân, Abdullah b. Hüseyin
İbnu Nakiya
Teemmülat fi Belağati’t-Teşbihi’l-Kur’ânî, Abdülhamid
Mustafa İbrahim
Edevatu’t-Teşbih ve Delalatuha ve İstimalatuha
fi’l-Kur’âni’l – Kerim, Mahmud Musa Hamedan
Cahiliye Şiirinde ve Kur’ânda Benzetme, İsmail Durmuş
Şadi Eren, Kur’an’da teşbih ve temsiller, https://incelemeler.wordpress.com/kuranda-tesbih-temsil/
*
Temsil
Bazıları teşbih ve temsil arasında bir fark görmez. Ancak,
manada yakınlık aynı anlamı taşımayı gerektirmediğinden, genelde bir ayrım
cihetine gidilmiştir.
Çok cihetle yapılan teşbihe temsil denir. Mesela, âlim birisi hakkında “o bir deryadır” sözü
teşbihtir. “O, hem yakındakilerin hem de
uzaktakilerin istifade ettiği bir denizdir. Yakındakiler denizin
cevherlerinden, uzaktakiler de bulutlarından istifade ederler” sözü ise bir
temsildir.
Ahmet Haşim şöyle der: Hiçbir şey dil kadar ağaca benzemez. Diller
tıpkı ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve
tazelerini
açarlar. Dilin yaprakları kelimelerdir.
açarlar. Dilin yaprakları kelimelerdir.
Bu ifadelerde diller ağaca benzetilmiş ve dildeki yenilenme
ağacın bazı yapraklarının dökülüp yerine yenilerinin gelmesiyle anlatılmıştır.
Teşbih çok cihetle yapıldığından bu bir temsildir.
Teşbih
umumi, temsil ona nisbetle hususidir. Her temsil teşbihtir. Fakat her teşbih temsil
değildir.
Temsil temessüle vesiledir. Kur’ân-ı Kerimde Hz. Meryem’e
görülen ruh (Cibril) için “O’na düzgün bir beşer halinde temessül etti”
denilmesinden mülhem olarak şöyle diyebiliriz: Göze görülmeyen o ruh, bu
şekilde temessül ile gözle görülür hale geldiği gibi, gaybî – derin manalar
dahi temsil vasıtasıylatemessül eder.
Sokratın insan zihnini balmumundan bir levhaya benzeterek
öğrenme ve unutma olaylarına açıklık getirmesi, Eflatun’un mağara misaliyle
“ide’ler alemini” anlatması unutulmaz birer temsildir.
Temsil, en uzak hakikatleri yakına getiren bir dürbün; en
dağınık meseleleri toplattıran bir cihetü’l-vahdet; en yüksek gerçeklere ulaştıran
bir merdiven;gaybî gerçeklere açılan bir penceredir. Belağat alimleri, temsilin
etkisi hakkında gayet kıymetli mütalalarda bulunmuşlardır. Mesela:
Temsil, “huri kavramı” gibi gaybi bir şeyi zihne
yaklaştırır. Haşir gibi anlaması güç bir meselede muhatabı ikna eder. Allah
yolunda vermek gibi bir meselede insanları meylettirir. Faiz gibi haksız bir
kazançtan onları vazgeçirir. Methettiğini göklere çıkarır, zemmettiğini yerin
dibine batırır. Muhatabın dikkatini çekerek fikir gücünü harekete geçirir. Çok
söze muhtaç bırakmadan veciz olarak ifade-i meramı sağlar.
Temsil,
manayı keşf, matluptan perdeyi ref eder. Vehmî birşeyi gözle görülür hale
getirir.
Temsil, kalbe daha çok nüfuz eder. İnatçı hasmı susturmada
daha etkili olur. Çünkü, mütehayyel şeyi muhakkak, ma’kulu mahsus olarak
gösterir.
Temsil, vehmin akla itaatine en latif vesiledir. Aklen
bilinen gözden ırak şeylerin yüzünden perdeyi kaldırır, onları gözle görülür
tarza getirir.Bilinmeyeni bilinir, tanınmayanı ülfet edilir yapar.
Temsil ile ifade edilen manalar, fikri de harekete geçirir.
“Acaba bundan murat nedir?” dedirtir. İnsan, birşeye iştiyaktan sonra onu elde
etse, daha hoş olur. Bu tür manalar, sedefteki inci gibidir. İçini açmadan
kendini göstermez.
Akıllar çoğunlukla vehimlerin müdahale ve tasallutlarına
maruz olduklarından, gizli makulatı güzel bir şekilde idrakten mahrum kalırlar.
Temsil ise, vehimleri akla itaat ettirip, hakikatı cahil, anlayışsız kimselere
bile fehmettirmeye vesile olur. Zira temsil, dakik ve rakik gizli makulatın
peçe ve perdesini atarak onları açık mahsusat kisvesinde ibraz eder. Böylece
tanınmadık şeyleri tanınmış, görülmedik şeyleri görülmüş gibi izhar ve ifham eyler.
İnsanın hayali makulattan ziyade mahsusata daha itaatkardır.
Temsil, hayale hoş gelir. İşi gücü insana tereddüt vermek ve akla muhalefet
olan vehmin akla itaatini temin eder. Gaibi şahit suretinde, yani gözle
görülmeyeni gözle görülür şekilde gösterir. Temsil, vicdanı tehyic ve tahrik
eder. Aklî bir mesele, duyulara hitap eder bir şekilde gösterilerek, fikir ve
his birleşir. Temsil vasıtasıyla, ayrı ayrı manalar birbirine bağlanır.
Abdülkahir Cürcanî, belağatın temel kitaplarından olan
“Esraru’l-Belağa” isimli eserinde, temsilin tesirini şöyle anlatır:
“Temsil,
manaya bir elbise giydirir. Ona nüfuz kazandırır. Kadrini yükseltir. Ateşini
alevlendirir, manayı daha parlak yapar. Nefisleri kendine çekmede kuvvet
sağlar. Kalbleri kendine davet eder. Kalbin en uzak köşelerinden o manalara bir
hareket başlar. İnsan tabiatını, muhabbetle o manalara boyun eğdirir. Getirilen
temsil eğer medh için ise, o manaları daha parlak, daha azametli yapar. Nefiste
tesiri daha asil, daha büyük olur, Meyilleri daha ziyade tahrik eder. Medhi
daha süratli sağlar, feraha daha çabuk ulaştırır. Medhedene şefaati celbeder.
Dillere daha kolaydır. Kalblerin taallukuna daha evla ve daha layık olur.
Eğer
zem ise, dokunuşu daha acıtıcı, dağlaması daha yakıcı, incitmesi daha şiddetlidir.
Eğer
hüccet ise, bürhanı daha nurlu, galebesi daha kâhir, beyanı daha bâhirdir.
Eğer
iftiharsa, öne geçirmesi daha çabuktur. Daha şerefli yapar, dili daha yaman
olur.
Eğer
özür beyan etmek ise, kabule daha yakın, kalplere daha cazip, karanlıkları daha
rahat dağıtıcı olur. Gadabı daha çabuk giderir, düğümü daha kolay çözer.
Güzel bir sonuca bağlar.
Güzel bir sonuca bağlar.
Eğer
vaaz ise, sadra daha şifalı, düşünmeye daha etkili, tebliğ ve zecirde daha
müessirdir. Gayeyi gösterir, hastayı iyileştirir, susuza şifa olur.”
Cürcani’nin bu veciz ifadelerini bazı misallerle açmakta
yarar görüyoruz. Şöyle ki:
“Yaptığın kötülüğe karşı iyilik göremezsin, boşuna kendini
kandırma!” yerine, “dikenden üzüm toplayamazsın, ancak ektiğini biçersin”
demek;
“Kıymetini bilmeyeceği şeyleri cahile söyleme” yerine,
“hınzırların önüne inci saçma!” demek;
“Dünya devam etmez, baki kalmaz” yerine, “dünya geçici bir
gölge, geri alınacak bir ödünç mal ve emanettir” demek elbette daha edebi ve
daha müessirdir.
Arkadaşın insan üzerindeki etkisi herkesce bilinen bir
hakikattır. Fakat şöyle bir ifade, bu hakikati daha açık ve etkili bir şekilde
gösterir: “Kişi salihlerle arkadaşlığa devam ettikçe salihlerden olmaya devam
eder. Ancak kötülerle arkadaşlığa başlarsa, tatlı suya sahip nehirlerin denize
karışmasına benzer.”
“İnsan şu dünyaya doymaz” fikri, şöyle bir temsille daha
kalıcı olarak ifade edilebilir: “Dünya tuzlu su gibidir. Ne kadar içsen,
susuzluğun o derece artar.”
Güzel konuşan biri hakkında “çok güzel konuşuyor” demek sade
bir anlatımdır. Fakat, “Onun sözleri su gibi akıcı, seher rüzgarı gibi latif,
bal gibi tatlıdır.” şeklinde söylemek, ifadeye letafet katacaktır:
Cömert kişilerin buluta benzetilmesi, az-çok alışılmış bir
haldir. Fakat şöyle bir ifade, herhalde daha çarpıcı ve daha dikkat çekicidir:
“Birgün biri senicömertlikte buluta benzetirse medhinde hata etmiş olur. Çünkü
bulut verir ağlar, fakat sen verir, gülersin.”
Bir insanın üstünlüğünü anlatırken şöyle bir ifade kullanmak
aynı zamanda bir delil manasını da taşır: “Onlardan biri olduğun halde senin
diğer insanlara üstün olman, miskin ceylanın kanından bir parça olması
gibidir.”
“Dinin füruatı asırlara göre değişiklik arzeder” cümlesi
mücerred bir ifadedir. Fakat bu cümleden sonra “nasıl mevsimlere göre gıdalar
ilaçlar, elbiseler
değişir. Öyle de…” denilse, bu mücerred dava zihinlere daha kolay yerleşir.
değişir. Öyle de…” denilse, bu mücerred dava zihinlere daha kolay yerleşir.
“Biz Kur’ân’dan mü’minlere bir şifa ve rahmet indiririz.
Fakat o, zalimlerin ancak hüsranını artırır” ayetini okuyan birisi “zatında
şifa ve rahmet olan Kur’ân, acaba zalimlere nasıl hüsrana sebebiyet verir” diye
düşünebilir. Fakat ayetin yorumunda, “güneşin ziyasından pis maddeler kokuşur”
denildiğinde, böyle bir vesvese ortadan kaldırılmış olur.
Temsil, Kur’ânın gizli manaları bildirmekte, gerçekleri
göstermekte kullandığı bir vesiledir. Kur’ân-ı Kerim, meselelerini anlatırken
sıkça temsiller verir. Kelâmın medih, zem, delil getirme, öğüt verme gibi
kısımlarında getirilen temsiller, sözün tesirini artırmakta, güzelliğini
ziyadeleştirmektedir. Mesela, Kur’ân-ı Kerim, sahabenin medhinde şöyle der:
“Onların hali bir ekine benzer ki, filizini çıkarmış, derken
onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, ardından gövdesi üzerinde doğrulmuş,
ekincilerin hoşuna gidiyor…”
Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şöyle der: “İşte, Rasulullah
ve ashabı böyle hoş, mükemmel, muntazam, güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir
ordudur. Burada Rasulullahın feyz-i ahlakı, talim ve terbiyesi ile ümmetine
ruhen ve cismen verilen hayatî nizam ve neşenin bir ifadesi ve Mekke
fatihlerinin bir resm-i geçidi vardır.”
Ayet, tek başına olan Hz. Peygamberin ehl-i imanla kuvvetlendirilmesini
anlatmaktadır. Sahabe, İslamın başlangıcında sayıca az idi. Sonra çoğaldılar, kuvvetlendiler.
İnsanları hayrette bırakacak şekilde ilerlediler.
“Şüphesiz Allah kendi yolunda kurşunlarla kenetlenmiş bir
bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” ayetinde medih yoluyla bir teşvik
vardır.
Şu ayet ise, ilmiyle dalalete düşenlerin en adi bir seviyede
olduklarını gayet müessir bir şekilde tasvir eder:
“Onlara o herifin kıssasını oku ki, ona ayetlerimizi
sunmuştuk da, o onlardan sıyrıldı çıktı. Derken onu şeytan arkasına taktı da,
sapkınlardan oldu. Eğer dileseydik biz onu o ayetlerle yükseltirdik. Lakin o,
yere (süfli şeylere) saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun meseli, o
köpeğin meseline benzer ki, üzerine varsan dilini salar solur, bıraksan yine
dilini salar, solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin meselidir.”
Ayet, ilminin hilafına amel eden kötü alimi anlatmakta.
Dalalete düşmesi cehilden değil, ilimden. Bilerek küfrü imana tercih etmekte.
Artık hiç dönmeyecek bir şekilde imandan ayrılması ayette
“insılah” olarak ifade edilmiştir. Zira insılah, hayvanın derisinin soyulması anlamında
kullanılır. Ayette “şeytana uydu” denilmeyip “derken onu şeytan arkasına taktı”
denilmesi de manidardır. Bu ifade, şeytanın onu avladığını anlatmaktadır.
Köpek, hayvanlar içinde en habis, kadri en düşük, en hasis
nefse sahip bir hayvandır. Himmeti batnını aşmaz. Kuvvetli bir hırsa sahiptir.
En aşağı şeylere de razı olur. Mesela kokuşmuş cife, ona taze etten daha hoş,
pislik helvadan daha tatlı gelir. Bir leş bulsa yüz köpeğe yeteceği halde
kimseyle paylaşmaz, yaklaşana hırlar. İşte, böyle hasis bir hayvanın en nahoş
bir hali dilini sarkıtıp solumasıdır. İlahî ayetlere muhatap olduğu halde,
şeytanın peşinden gidenler böyle bir köpeğe benzetilmiştir.
Ayette hali tasvir edilen şahıs hakkında Beni İsrail
bilginlerinden biri, Ümeyye b. Ebî Salt veya Bel’am b. Baura şeklinde farklı
rivayetler vardır. Ümeyye b. Ebî Salt, semavî kitaplardan Allah’ın bir
peygamber göndereceğini öğrenen ve kendisinin peygamber olarak gönderileceğini
uman birisidir. Hz.Peygamber gönderilince, hasedinden onu inkar eder. Hz.
Peygamber Onun hakkında “şiiri iman etmiş, fakat kalbi kâfir” demiştir.
Bel’am ise, kendisinde bazı İlahî kitapların bilgisi olan
biridir. Fakat Hamdi Yazır’ın da dikkat çektiği gibi, anlatılan bu kıssadan
maksat şahsın tarifi değil, halini tefhim ve temsildir. Her devirde, ayetin
tasvir ettiği tipleri görmek mümkündür. Kur’ânın yetim malı ve faiz yiyenlerle
ilgili ifadeleri son derece caydırıcı birer temsil tarzındadır. Şöyle ki:
“Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarında sırf bir
ateş yerler ve yarın bir çılgın ateşe yaslanırlar.”
Ayet, zulmen yetim malı yiyenlerin şimdiki ve ilerdeki
hallerini vicdanlarda iz bırakacak ifadelerle tasvir etmektedir. Onların yedikleri
ateştir,akibetleri de ateş olacaktır. Zemahşerinin ifadesiyle, yedikleri onları
ateşe götürecektir.
Rivayet edilir ki, yetim malı yiyen kişi kıyamet günü
kabrinden ağzı-burnu-kulakları ve gözlerinden duman çıkar bir halde diriltilir.
Böylece insanlar onun
bu dünyada yetim malı yiyen birisi olduğunu bilirler.
bu dünyada yetim malı yiyen birisi olduğunu bilirler.
Cenab-ı Hak faiz yiyenlerle ilgili olarak şöyle bildirir:
“Faiz yiyen kimseler şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa öyle
kalkarlar. Bu, onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demelerindendir…”
Onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demeleri “teşbih-i
maklup” olarak değerlendirilir. Yani normalde ‘faiz tıpkı alışveriş gibidir’
demeleri beklenirdi.
Böyle demekle faizin kendilerinde bir asıl, alışverişin ayrıntı olduğu hissettirilmiştir.
Böyle demekle faizin kendilerinde bir asıl, alışverişin ayrıntı olduğu hissettirilmiştir.
Ayette bildirilen kalkışın ne zaman olacağı hususunda
başlıca kabirden kalkış veya kıyamette ilahi huzurdaki perişan halleri nazara
verilmiştir. Bunlar kabirlerinden cin çarpmış kimse gibi kalkacaklardır.
Yedikleri faiz karınlarında ağırlık ve şişkinlik yapacak, hamile kadınlar
misali bir görünümle kabirden kalktıklarında dik duramayıp yere düşeceklerdir.
İnsanlar normal yürürken, onların her kalkışlarını bir düşüş takip edecek ve bu
şekilde onların faiz yiyenkimseler oldukları bilinecektir.
Hz. Peygambere mi’raçta sarkık karınlı insanlar gösterilir.
Hz. Cebrail’e “bunlar kimler” diye sorunca Hz. Cebrail şu cevabı verir: “Bunlar
faiz yiyenler.”
Seyyid Kutub, ayetin tasvir ettiği şeklin bizzat bu dünyada
beşeri hayatta vaki’ olduğuna dikkat çeker. İçinde yaşadığımız alemin hemen her
tarafında endişe,
ızdırap, korku, stress hakimdir. Bunların en büyük bir sebebi ise faiz belasıdır.
ızdırap, korku, stress hakimdir. Bunların en büyük bir sebebi ise faiz belasıdır.
Hamdi Yazır, bu tür kimselerin dünyadaki durumunu şöyle ele
alır: Bunlar faiz yoluyla, çalışanların mesai semeresini alıp geçindiklerinden
rehavet içinde yatar, seri bir intibah ile kalkamaz. Ekserisi yataklarında
şeytan çarpmış gibi saatlerce gerneşerek, ağzını gözünü eğerek sendeleye
sendeleye kalkar. Hayatları faiz fikri ile delicesine geçer. Düştükleri zaman
bellerini doğrultamazlar.
Temsil ile delil getirmek Kur’ân’da sıkça görülen bir
durumdur. Mesela, öldükten sonra dirilmek meselesinde, ilk yaratılış sıkça
nazara verilir. Bu tarz ifade, bu derin meseleye kuvvetli delil olur, akılları
ikna eder.
Verilen öğüt, temsille desteklenirse daha kalıcı ve
etkileyici olur. Mesela Hz. Lokman oğluna “(büyüklerin yanında) yüksek sesle
konuşma” dedikten sonra
“çünkü der, seslerin en çirkini merkebin sesidir.”
“çünkü der, seslerin en çirkini merkebin sesidir.”
1. Temsilden Hakikate
“Kelimeler
cama benzer; görmeye yardım etmedikleri zaman görüşe engel olurlar.”
Hakikatleri anlatmakta güzel bir vasıta olan teşbih ve temsil, bazan muhataplarca
doğrudan hakikat zannedilir. Halbuki, teşbih ve temsil hakikata şeffaf bir cam
veya ayna olmalıdır. Camdan bakılınca arkası görülür, aynaya bakılınca aynanın
kendisi değil, orada temessül edene nazar edilir.
Durum böyleyken bazıları camın arkasını görmemiş, aynadakine
bakmak yerine aynanın kendisine bakıp kalmışlardır. Mesela Müşebbihe mezhebi,
ayet ve hadislerdeki teşbih- temsil ve istiareleri hakikat olarak
değerlendirmekten ortaya çıkmıştır. Kur’ândaki müteşabih ayetler “Müteşabihat”
başlığı altında tefsir usulü kitaplarında ele alınmıştır. Celaleddin
Süyuti’nin “Te’vilu’l-Ehadisi’l- Mûhimeti li’t-Teşbih” adıyla müteşabih
hadislerle ilgili müstakil bir
eseri vardır.
eseri vardır.
Müşebbihe ile ilgili bazı misaller müteşabihatta ele
alınacaktır. Burada birkaç misalle konuyu açmakta yarar görüyoruz:
1. İlk
Kadının Yaratılışı
Konunun belki en çarpıcı misali Tevrat’ta Hz. Havva’nın yaratılışı
anlatılırken, O’nun Hz. Ademin kaburga kemiğinden yaratıldığının söylenmesidir:
“RabAllah, adamın (Ademin) üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu. Ve onun
kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapadı. Rab Allah, adamdan
aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı.”
Bu hristiyanlarda öyle yerleşmiş bir inanç haline gelir ki,
Andrea Vesalius (ö. 1564) ve yolundan gidenler, “Havva’nın Adem’in kaburga
kemiğinden yaratılması yüzünden erkeklerin bir kaburga kemiği eksik olduğu,”
şeklindeki iddiayı çürütünce, kilise ayağa kalkar. Vesalius, terk-i dâr ve
diyara mecbur kalır.
“Allah sizi bir tek nefisten yarattı ve ondan da (o
nefisten) eşini yarattı” ayetinin açıklamasında bazı zatlar Kur’âna dayanarak
Hz. Havva’nın Hz.Adem’den yaratıldığını anlamak istemişlerse de, ayetin
ifadeleri böyle bir anlayışa uygun değildir. Ayetteki “minhe” ifadesindeki “he”
zamiri müennes olup nefse raci’dir. Hz. Havva müstakil ve Hz. Adem’e mukabil
olarak yaratılmıştır. Hamdi Yazır bu konuda şu değerli açıklamaları yapar:
“Erkek ve dişi, zâtü’l-felkateyn gibi bir menşe’de inşikak
etmiş, özellikleri ayrı, vazifeleri biri diğerini tamamlayan farklı tabiatlı
bir çifttirler. Veaynı zamanda bir aslın tenevvüüdürler… İnsanlığın başlangıcı
Adem ve Havva diye ifade edilen bir çifte, yani bir erkekle bir kadına raci’dir
ve bunlar arasında aslın birliğini ifade eden bir alaka vardır. Bu alakada
erkek evvel, kadın sonradır. Binaneleyh o kadın o erkeğin nefsinden münşaiptir,
onun
ruhundan kopmuştur… O kadının erkekten teşaubu bir evlat teşaubu gibi değildir. İki cinsi taşıyan bir kökten çatallanan ve ilerde birbirlerine telaki etmek üzere karşılıklı bir incizap besleyen ve ortak bir gayeye hizmet eden farklı özellikli fail ve kabil bir çift yaprakçığın inşikakı gibidir. Bu ise, topraktan insanın süzülmesi gibi, bizzat Allah’ın yaratmasıyla izah olunur.”
ruhundan kopmuştur… O kadının erkekten teşaubu bir evlat teşaubu gibi değildir. İki cinsi taşıyan bir kökten çatallanan ve ilerde birbirlerine telaki etmek üzere karşılıklı bir incizap besleyen ve ortak bir gayeye hizmet eden farklı özellikli fail ve kabil bir çift yaprakçığın inşikakı gibidir. Bu ise, topraktan insanın süzülmesi gibi, bizzat Allah’ın yaratmasıyla izah olunur.”
Hz. Peygamber (asm), kadının eğe kemiğinden yaratıldığını,
düzeltilmeye çalışılırsa kırılacağını söyler. Bazıları, hadisin ifadesinden,
kadının böyle bir kemikten yaratıldığını anlamak istemişlerse de, Hamdi
Yazır’ın da işaret ettiği gibi bu, erkekle kadının arasındaki tabiat
farklılığına ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılması, onları kırıp atmak
olduğuna tenbih ihtiva eden bir temsildir. Nitekim hadisin farklı
varyantlarında aynı mana teşbih
edatıyla “Kadın eğe kemiği gibidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
edatıyla “Kadın eğe kemiği gibidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Sabbağ, hadisi “parlak bir teşbih” olarak yorumlar.
Kadındaki bu tabiattan kurtuluş söz konusu olamaz. Bunu bilen ve rıza gösteren
mutlu yaşar. Allah’ın
koyduğu tabiatı değiştirmeye kalkan ise, kadını kırmış olur, iş boşanmaya kadar varır.
koyduğu tabiatı değiştirmeye kalkan ise, kadını kırmış olur, iş boşanmaya kadar varır.
2.
Mü’minlerin Anneleri
Kur’ân-ı Kerim Hz. Peygamberin hanımlarını mü’minlerin anneleri
olarak niteler. Şüphesiz onların mü’minlerin anneleri olmaları her cihetle
olmayıp bazı
hükümlerdedir. Mesela, anneyle evlenmek haram olduğu gibi, Hz. Peygamberin hanımlarıyla evlenmek haramdır. Anneye hürmet göstermek gerektiği gibi, onlara da hürmet göstermek vaciptir. Bundan dolayı ayet beliğ bir teşbih olarak değerlendirilmiştir.
hükümlerdedir. Mesela, anneyle evlenmek haram olduğu gibi, Hz. Peygamberin hanımlarıyla evlenmek haramdır. Anneye hürmet göstermek gerektiği gibi, onlara da hürmet göstermek vaciptir. Bundan dolayı ayet beliğ bir teşbih olarak değerlendirilmiştir.
3.
Beyaz İplik-Siyah İplik
“Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar
yiyin, için..”
Sahabeden Adiyy b. Hatem Hz. Peygamberle sohbet ederken, bu
ayetin gereğince yanında beyaz ve siyah iki iplik bulundurduğunu, bunlar
birbirinden ayrılıncaya kadar sahur yaptığını söyler. Hz. Peygamber, Adiyy’in
bu sözlerine tebessüm eder, ayetin anlattığının gündüzün beyazlığı ve gecenin
siyahlığı olduğunu bildirir.
4.
Dünyada da Kör Ahirette de
“Kim burada (dünyada) kör ise, ahirette de kördür ve yolca
daha sapıktır”
Ayet, hidayet yoluna gelmeyen için bir istiaredir. Bu
dünyada gerçekleri görmeyen kişi, köre benzetilmiştir.
Rivayet edilir ki, âmâ bir zat, Kur’ân’da mecaz ve
istiarenin varlığına inanmayıp, bütün lafızları hakikat olarak kabul
etmektedir. Kendisine “üstteki ayet hakkında ne dersin?” diye sorulunca aklı
başına gelir, eski görüşünden vazgeçer, Kur’ân’da mecaz olduğunu kabul eder.
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz. Lakin, sinelerdeki kalbler
kör olur” ayeti bu noktada bize rehberlik etmektedir. Zira, Kur’ân’ın bir kısmı
bir kısmını tefsir eder.
5.
Semadaki Dağlar
“…Allah semadan, ondaki dağlardan bir dolu indiriyor da onu
dilediğine isabet ettiriyor…”
Ayetin açıklamasında bazı ehl-i tefsir semada buzdan dağlar
olduğunu söylemişse de, ayeti bedii bir istiare olarak yorumlamak Kur’ânın
belağatına daha uygun olacaktır. Zira, yağmurun geldiği dağlar hem renk, hem
rutubet, hem de soğukluk itibariyle dağlara benzemektedir. Keza, o bulut
yığınları büyüklük ve azamette yerdeki dağlardan geri değildir.
6.
Necis İnsanlar
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. Artık bu
yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar..”
İbnu Abbas bu ayete dayanarak onları domuz gibi necisü’l ayn
(bizzat pis) saymış. Hasan-ı Basri, “bir müşrikle tokalaşan abdestini
tazelemeli” demiş. Fakat mezhep imamları, bu iki ifadeden farklı bir şekilde
meseleye yaklaşmışlar. Ayetin “müşrikler ancak necistirler…” ifadesini teşbih-i
beliğ olarak yorumlamışlar. Onların necisliği şirk içinde olmaları, gusül
almamaları, necasetten kaçınmamaları itibariyledir.
Seyyid Kutub’un ifadesiyle, onların necisliği, gerçekte
hissî değil manevidir. Dolayısıyla, cesedleri bizatihi necis değildir.
Kur’ân’ın böyle ifadesi etmesi, Kur’ânî tecsim metodundan başka birşey
değildir.
En büyük pislik olan şirke ve şirkten kaynaklanan ve herbiri
birer pislik olan günahlara dalmış olan müşriklerin bedenen temiz olmaları,
kendilerini bu Kur’ânî hükümden kurtarmaz.
“Habisat habisler içindir” ayetinin hükmünce, pis bir iç
dünayaya sahip olan kâfirler ve müşrikler, pis şeylerden lezzet alırlar.
Mesela, sütü değil şarabı severler, nikahı değil zinayı seçerler, helalden
değil haramdan kazanırlar.
2. Temsil ve İrşat
İnsan çok zengin bir his dünyasına sahiptir. Sevinç, ümit,
rağbet gibi teşvik edici; korkmak, çekinmek ürpermek gibi sakındırıcı;
hoşlanmak, sevmek, kutsal tanımak gibi meylettirici hisleri vardır. Başarılı
bir terbiyeci, kamil bir mürşid bütün bu hislere hitap etmesini bilmelidir.
Kur’ân ayetlerine baktığımızda insanın bu pek zengin his dünyasının ihmal
edilmediğini görürüz. Konunun belki de en çarpıcı misalini, Kur’ân’ın Allah
yolunda infaka
teşvikinde görebiliriz. Bakara suresinde 261. ayetten 266. ayete kadarki bölümde ardarda dört temsil vardır. Bu temsiller, Allah yolunda vermenin kat kat mükafatını, minnet ve eza ile vermenin neticesini gayet müessir bir şekilde anlatmaktadır. Şöyle ki:
teşvikinde görebiliriz. Bakara suresinde 261. ayetten 266. ayete kadarki bölümde ardarda dört temsil vardır. Bu temsiller, Allah yolunda vermenin kat kat mükafatını, minnet ve eza ile vermenin neticesini gayet müessir bir şekilde anlatmaktadır. Şöyle ki:
a.
Bire Yediyüz Mahsul
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli, bir dane
meseli gibidir ki, yedi başak bitirmiş. Her başakta yüz dane… Allah dilediğine
daha da katlar. Allah Vasi’dir, Alim’dir.”
Ayet, Allah yolunda infak edenlere bire yediyüz karşılık
verileceğini toprağa atılan buğday danesiyle anlatmaktadır. Bu daneden yedi
başak çıkmakta, her başakta yüz dane bulunmaktadır. Ancak, Allah’ın mükafatı
bire yedi
Allah’ın mükafatı bire yediyüzle de sınırlı değildir. O,
dilediğine daha fazla verebilir.
Ayet, şu manaya da işaret etmektedir: İnsanlar fesadı
bertaraf edip ziraat ilmini ilerletecek olurlarsa, bu kadar mahsul alabilirler.
O zaman “yeryüzünün erzakı bize yetişmiyor”
Ayet, şu manaya da işaret etmektedir: İnsanlar fesadı
bertaraf edip ziraat ilmini ilerletecek olurlarsa, bu kadar mahsul alabilirler.
O zaman “yeryüzününerzakı bize yetişmiyor” diye kavga etmezler, “yetişmeyecek”
diye ümitsizliğe düşmezler. Lakin misale dalıp ta asıl maksadı unutmamak
gerekir. Maksat buğday toplamak değil, onları yerinde “fî sebilillah” (Allah yolunda)
sarfetmektir. Bu ekinin hasılatı ise, asıl cennette biçilecektir.
b.
Kayaya Yağan Yağmur
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı minnet ve eza (başa
kakmak-gönül kırmak) ile boşa çıkarmayın! O kimse gibi ki, insanlara gösteriş
için malını dağıtır da, ne Allah’a inanır, ne ahiret gününe… Onun meseli, bir
kaya meseline benzer ki, üzerinde biraz toprak var. Derken şiddetli bir sağnak
üzerine iner de onu büsbütün topraktan mahrum bırakır… Öyleler kazandıklarından
hiçbir şey istifade edemezler. Allah, kâfirler güruhunu doğru yola çıkarmaz.”
Muhtaç insanlara yapılan yardım, minnetsiz, eziyetsiz
yapılmalıdır. Başa kakarak ve gönül kırarak yapılan yardımlar, sahibine bir
sevap kazandırmayacaktır. Bunların hali şuna benzer: Bir kaya var, üzerinde de
bir parça toprak. Şiddetli bir yağmur yağıyor. Her tarafın yemyeşil olmasına
vesile olan yağmur, kaya üzerindeki bu azıcık toprağı da silip götürüyor,
geriye ancak çıplak bir kaya kalıyor.
İşte, minnet ve eziyetle verilen bir sadaka, böyle bir taş
üstüne atılmış tohum gibi zayi olur, gider.
c.
Tepedeki Bahçe
“Allah’ın rızasını aramak ve kendilerini Allah yolunda sabit
kılmak için mallarını infak edenlerin meseli ise, bir tepedeki güzel bir
bahçenin haline benzer
ki, kuvvetli bir sağnak düşmüş de mahsulünü iki kat/ kat kat vermiştir. Bir sağanak düşmese bile, ona az bir çisinti de yeter. Allah yaptıklarınızı görendir.”
ki, kuvvetli bir sağnak düşmüş de mahsulünü iki kat/ kat kat vermiştir. Bir sağanak düşmese bile, ona az bir çisinti de yeter. Allah yaptıklarınızı görendir.”
Bir önceki temsilde veren, fakat minnet ve eza edenlerin
hali anlatılmıştı. Bu ayette ise, onun tam mukabili anlatılıyor. Her ikisinde
ortak yön sağanak halindeki yağmur. Fakat yağmurun geldiği yer neticeyi
değiştiriyor. Üzerinde azıcık toprak bulunan bir kayaya yağmur geldiğinde onun
az toprağını da silip süpürürken, aynı yağmur tepedeki bir bahçeye geldiğinde
verimi kat kat artırıyor. İşte, muhtaç olanlara malından verme fiili de
böyledir.
Hem minnet ve eziyet edenler, hem de Allah’ın rızasını
arayanlar birşeyler vermektedir. Fiil aynı olmakla beraber netice bir değildir.
d.
Kavrulan Bahçe
“Sizden biri arzu eder mi ki, kendisinin hurmalar ve
üzümlerden bir bahçesi olsun (ağaçların) altından nehirler akmakta, bahçe
içinde her türlü mahsüller var. Ve kendisine ihtiyarlık çöksün. Ayrıca bakıma
muhtaç bir takım zürriyeti (yavrucakları) olsun. Derken o bahçeye ateşli bir
bora isabet etsin de, o bahçe yanıversin. İşte Allah ayetlerini böyle
anlatıyor, gerek ki düşünesiniz.”
Ayet, güzel işler yapan birinin, bu işleri boşa çıkaracak
riya, eza gibi fiiller de yapmasını ve kıyamet günü bu güzel işlerin sevabına
en muhtaç olduğu bir
durumda hiçbir faydasını görmemesini anlatmaktadır.
durumda hiçbir faydasını görmemesini anlatmaktadır.
Bu anlatım son derece etkili, hatırda kalıcı ifadelerle
yapılmış. İşte, yaşlı bir adam. Cennet misal gayet güzel bir bahçesi var. Ancak
bu adam tek başına değil. Bakması gereken elleri ermez, güçleri yetmez kimseler
var. Bu durumda biri, birgün uyandığında ateşli bir bora ile o güzelim bahçenin
yanıp kül olduğunu görse acısı ne kadar şiddetli olur? Kalbi nasıl gam ve
kederle dolar? Çünkü, hem böyle güzel bir bahçeyi kaybetmiş, hem de
çalışmıyacak bir durumda muhtaç kalmıştır. Kendini bile geçindiremez iken, bir
de bakması gereken kimseler vardır.
Hz. Ömer, sahabeye bu ayetten sorar. “Allahu a’lem” (Allah
bilir) derler. Hz. Ömer böyle cevap verilmesinden hoşlanmaz “Böyle değil,
“biliyoruz” veya
“bilmiyoruz” deyin der. İbnu Abbas, “ey emiru’l-mü’minin der, ben bir şey biliyorum” Hz. Ömer, “söyle der, kendini küçük görme.” Bunun üzerine İbnu Abbas ayeti şöyle değerlendirir: “Bu, amel için getirilmş bir meseldir. Zengin biri iyilikler yapmış, fakat sonra şeytana uyup günahlara dalmış, böylece bütün iyiliklerini batırmış.”
“bilmiyoruz” deyin der. İbnu Abbas, “ey emiru’l-mü’minin der, ben bir şey biliyorum” Hz. Ömer, “söyle der, kendini küçük görme.” Bunun üzerine İbnu Abbas ayeti şöyle değerlendirir: “Bu, amel için getirilmş bir meseldir. Zengin biri iyilikler yapmış, fakat sonra şeytana uyup günahlara dalmış, böylece bütün iyiliklerini batırmış.”
Beydâvî, ayetin genel muhtevası hakkında şu yorumu yapar:
Ayet, sırrıyla melekut âleminde cevelan edip, fikren Cenab-ı Hakk’a yükselen
birinin, gerisin
geriye dönerek Allah’tan başkalarına iltifat ile çalışmasını heba etmesini temsil etmektedir.
geriye dönerek Allah’tan başkalarına iltifat ile çalışmasını heba etmesini temsil etmektedir.
3. Temsil ve Cedel
Ehl-i imanla ehl-i küfür arasında çeşitli şekillerde devam
edegelen mücadele, temsil alanında da cereyan etmektedir. Kur’ân’ın ilk
muhatabı olan Hz.Peygamber devrinde, O’nu zor durumda bırakmak için her türlü
metodu deneyen ve her fırsatı kollayan müşrikler, Hz. İsa’dan bahis açılıp
Hristiyanların O’na ibadet ettikleri medar-ı bahs olunca, buradan kendilerine
bir pay çıkararak, aslında aleyhlerine olan durumu lehlerine göstermek
isterler. Yani, “O’na ibadet edildiğine göre bizim ilahlarımıza hayli hayli
ibadet edilir” derler. Bu münasebetle şu ayetler iner:
“Meryemin oğlu bir mesel olarak ortaya atılınca, kavmin
keyiflenerek çığrıştılar. “Ya! dediler, bizim ilahlarımız mı hayırlı yoksa O
mu?” Bunu sana sırf bir
cedel olsun diye fırlattılar. Doğrusu onlar çok husumetli bir kavimdirler.”
cedel olsun diye fırlattılar. Doğrusu onlar çok husumetli bir kavimdirler.”
Ayetin iniş sebebi olarak şu olaya da yer verilir: “Siz ve
Allah’ın madununda taptıklarınız cehennem odunusunuz” ayetini duyunca, İbnu
Zebari isimli müşrik, “bu hüküm biz ve ilahlarımıza mı has, yoksa bütün
ümmetlere mi?” diye sorar. Hz. Peygamber “bütün ümmetlere” deyince İbnu Zebari
sevinçle “Ka’be’nin Rabbine yemin ederim seni mağlup ettim, der. Sen Meryem
oğlu İsa’nın nebi olduğunu iddia edip, O’nu ve annesini methetmiyor muydun?
Sen de biliyorsun ki hristiyanlar o ikisine tapıyorlar. Yahudiler Üzeyr’e ve
meleklere tapıyorlar. Eğer bütün bunlar ateşte iseler, biz ve ilahlarımız
ateşte olmaya razıyız.”
Onun bu sözleri, diğer müşriklerin de hoşuna gider, gülerler, gürültü çıkarırlar.
Onun bu sözleri, diğer müşriklerin de hoşuna gider, gülerler, gürültü çıkarırlar.
Halbuki, ayette onların batıl davasına delil olabilecek
hiçbir şey yoktur. Ayetteki “siz ve Allah’ın madununda taptıklarınız”
ifadesinde yer alan “ma” sılası akıl sahibleri için olmayıp, cansızlar için
kullanılmaktadır. Sebeb-i nüzulün muhatapları ise, hayat ve akıl sahibi
olmayan putlara tapmaktadırlar.
Necran Hristiyanlarından bir grup Hz. Peygamberle konuşurlarken,
Hz. İsa’nın babasız oluşundan hareketle O’nun ilahlığına delil getirmek
isterler. Cenab-ı Hak bu konuda şu gerçeği bildirir: “Şüphesiz Allah katında
İsa’nın meseli Adem’in meseli gibidir.” Yani “anne ve babasız yaratılmak Ademi
ilah konumuna getirmediği gibi, babasız yaratılan İsa’nın da ilah olması
gerekmez.”
Cenab-ı Hak, temsil hususunda da Hz. Peygamber’e ilahi te’yidini
şöyle bildirir: “Onlar sana hangi meseli getirirlerse, biz sana gerçeği ve en
güzel tefsiri getiririz.”
Mesela, eline çürümüş kemikleri alıp ufalayan ve ardından
Hz. Peygamber’e “bunları kim diriltir?” diye kafa tutan hakkında şu ayetler
nazil olur:
“Görmedi mi o insan, biz onu bir nutfeden yarattık da, şimdi
apaçık bir düşman kesildi. Yaratılışını unutarak bize bir de mesel getirdi.
“Çürümüş kemikleri kim diriltir” dedi. De ki: Onları ilk defa inşa eden
diriltir. Ve O, her türlü yaratmayı bilendir…”
Konunun bir başka misalini şu ayette görmekteyiz:
“Onlardan öyleleri var ki Peygamberi incitiyorlar ve ‘O her
söyleneni dinler bir kulaktır’ diyorlar. De ki: Sizin için bir hayır kulağıdır.
Allah’a inanır, mü’minlere güvenir ve iman edenleriniz için bir rahmettir.
Allah’ın rasulünü incitenler için elim bir azap vardır.”
Araplar casusa “ayn: göz” dedikleri gibi, her söyleneni
dinleyip kanan sade-dil kimseye de “üzün: kulak” derler. Rivayete göre
münafıklardan bir grup Hz.Peygamberi zemmetmiş. Haber Hz. Peygambere ulaşınca
telaşlanmışlar. İçlerinden biri demiş: “Korkmayın bir şey olmaz. O her
söyleneni dinler bir kulaktır. Haberi ulaştıranı dinledi, rahatsız oldu. Biz de
gider, özür dileriz, özrümüzü dinler, razı olur.”
Ayette onların ayıplamak niyetiyle söyledikleri “kulak”
ifadesi, başka bir mecraya kaydırılarak muhataplar ilzam edilmiştir. Yani,
“evet O bir kulaktır.Lakin ne güzel kulaktır. Hayır ve rahmet kulağıdır.
Bunlardan başkasını işitmez.”
4. Temsil ve Sembolik Anlatım
Temsili bir nevi sembolik anlatım olarak görebiliriz.
Mesela, ilim nur ile, cehalet karanlık ile, bilginler yıldızlarla, nifak
bukelemun ile, cesaret arslan ile… sembolize edilir. Bunlara baktığımızda,
benzetilen şeylerin benzeyen şeyleri hatıra getirdiklerini görürüz.
Sembol, “görülen bir surette görülmeyen bir hakikata işaret
eder. Bu işaret, ruhun derinliğine, şuuraltındaki sahalarına kadar tesirler
bırakıp birçok fikir ve duyguları uyandıracak kadar kuvvetlidir… Sembol, kutsal
olanın iki tarafını, yani heybet ve korku uyandıran celal ile, hayranlık ve
zevk bahşeden cemali ihtiva etmektedir.” Bir hristiyan için haç’ı, bir müslüman
için Kabeyi görmek, bu görülenlerin fevkinde engin ufuklar açar.
Trafik işaretleri, belli manaların sembolik ifadesinden
ibarettir. Böyle bir anlatım, doğrudan ifadelerle anlatmaktan daha rahat, daha
kalıcıdır.
Kur’ân-ı Kerim, getirilen bazı mesel ve temsillerde
anlatılan olayın sadece bir temsil olduğuna “onların meseli şöyle birinin
meseli gibidir” demek suretiyle dikkat çeker.
Hamdi Yazır, meselenin bu yönüyle alakalı şöyle der:
Zamanlar olmuş ki, önceki dinlerin makulatının ruhu, karinesiz temsiller ile
ifham ve tamim edilmiş ve temsili, tersim ve tecsim ile timsaller de takip
etmiş ve bu suretle ruhlar unutulup putlara, timsallere perestiş olunmuştur…
Kur’ân ise, insan ruhunu meselden hakikata, temsilden tahkika terakki ettirmiş,
tahkik ile temsil arasına karine-i zahire koyarak hak ile batılı birbirine
karışmaktan
korumuştur.
korumuştur.
“Biz onlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye
tapıyoruz” diyerek putlara tapan cahiliye müşriklerinin durumu bu hakikate
güzel bir misaldir. Onlar pencereden bakmak yerine pencereye bakmışlar;
şekilden hakikata, lafızdan manaya geçememişlerdir.
Özellikle hac ibadeti pekçok sembollerle doludur. “Gerçekten
Safa ve Merve Allah’ın şeairindendir” ayeti bu noktada bize rehberlik
etmektedr. Şeair, şiar kelimesinin çoğuludur. Şiar, alamet demektir. Allah’ın
şeairi, Allah’a alamet olan şeyleri içine alır. Arafatta vakfe, tavaf, sa’y,
şeytan taşlamak, kurban kesmek gibi hac menasiki, hep şeairdendir.
Ayette geçen Safa ve Merve, Hz. Adem ve Havva’nın
oturdukları, keza Hz. İbrahim’in hanımı Hacer’in su bulmak için gidip geldiği
iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında hacıların sa’y yapmaları o olayları
hatırlamaktır. Hac’da şeytan taşlamak “adüvv-i mübin” olan o apaçık düşmanı
tahattura yöneliktir.
“Ka’be, mü’minlerin namazlarında kendisine yöneldikleri bir
“teveccüh noktası”, bir kıblegah olmaktan öte, mutlak, kendisi hiçbir şeye
benzemeyen, eşyaya varlık veren ve beşerî tefekkür burçlarını aşan yüce
Allah’ın yeryüzündeki bir alameti, bir nişanıdır.”
“Mü’min ile ka’be arasındaki münasebet insanın taştan
mürekkep bir nesneyle olan münasebetini aşmakta olan dipdiri diriltici ve özlü
bir ilişkidir.”
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de Ka’beden “beytim” diye de
bahseder. Hz. İbrahim ve İsmail’e şöyle ahid verir: “Tavaf edenler, ibadete
kapananlar, rüku ve
sücuda varanlar için Beytimi tertemiz bulundurun.”
sücuda varanlar için Beytimi tertemiz bulundurun.”
Kur’ân ayetlerinde Ka’beden “Beyt-i Atik” olarak da
bahsedilir.“Atik” kelimesi, hem “eski” hem de “hür” anlamında kullanılır. Bu
ikinci manaya göre Ka’be, hürriyetin, tam bağımsızlık ve kurtulmuşluğun tek
gerçek simgesidir. Şüphesiz bu kurtuluş herşeyden önce nefs-i emmarenin
esaretinden ve şeytanın rezil istibdadından kurtulmak şeklinde tecelli
edecektir. Zira gerçek hürriyet, Allah’a kul olmakla gerçekleşir. Ka’be bedenin
kıblesidir. Ruhun kıblesi ise Allah’tır.
Şu ifadelerle, Ka’be’ye müteveccih bir mü’minin iç dünyasına
bakabiliriz: “Müşahhas bir akis önce dikkatimizi çeker, ama hemen arka planı
maverasını tecessüs ettiğimiz ruhî menzil, manevi derinlik… İçimizde kopan
tasavvurlar, ifadeler, ruh ummanımızdaki kabarmalar, patlamalar, fırtınalar ve
sükunet…”
Şadi Eren , Kur’an’da teşbih ve temsiller,
https://incelemeler.wordpress.com/kuranda-tesbih-temsil/
*
LANETLENMİŞ AĞAÇ
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüyü de Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor. (İsra, 60)
Yukarıdaki ayette “Ağaç” olarak çevrilen kelimenin aslı “Şecer”dir. Şecer, gövdesi olan bitki demektir; ağaç da gövdesi olan bir bitkidir. Biz biliyoruz ki tabiattaki hiçbir şey lanetlenmiş/dışlanmış/rahmet dışı bırakılmış değildir. Yani hayvanlar, denizler, bulutlar nasıl ki lanetlenmemiş, herhangi bir ağaç da lanetlenmiş değildir. O halde ayette belirtilen “Lanetlenmiş ağaç” nedir?
1.“Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik.”
Ayet dikkatli okunursa “Kur’an’da lanetlenen ağaç” deniyor. Burada dikkat edilmesi gereken kelime “Kur’an” kelimesi. Kur’an, olgular arasında bağ kurarak/aklederek öğrenilen sosyal bilgilerden oluşur. O halde burada, bildiğimiz nesnel anlamda bir ağaçtan değil, ağaca benzeyen bir şeyden bahsediliyor (benzetme sanatı). Ayrıca ayette “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” dendikten sonra lanetli ağaçtan ve sınanmaktan bahsedilmesi, bize bahis konusu lanetli ağacın insanla ilgili ve insana dair bir şey olduğunu söylemektedir. Şimdi aşağıdaki resme bakalım:
Resimde de görüleceği üzere solunum sistemi, nefes borusu ve nefes borusundan çıkan bronşların akciğerlere girmesi ile bir ağaç görüntüsü oluşmaktadır. Nefes borusu ağacın gövdesi, akciğerlere giren bronş kolları da ağacın dallarını oluşturmaktadır (Ağacın ters oluşuyla ilgili açıklama aşağıda "Not" bölümünde mevcuttur.)
Kur’an’da lanet/dışlama üzerine olan nedir?
A.Din gününe kadar (Hicr 34-35, Sad 77-78); yani sadece bu dünyada lanet/dışlama İblis üzerinedir.
B.Hem bu dünyada hem ahirette lanet/dışlama şeytan üzerinedir. Yani şeytana/ham düşüncelerine uyan insan, hem bu dünyada hem ahirette lanetlenmiştir. Nihayetinde şeytanı/ham düşünceleri üreten ve uyan insandır.
2.Bu durumdaİsra 60’da lanetlenmiş ağaç benzetmesi ile kastedilen nedir?
“Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik.”
İnsanın sınanması İblis’e/arzu ve isteklerine uymaması iledir. Yukarıda gördüğümüz resimdeki ağaca benzeyen solunum sistemi, İblis’in/kötü arzu ve isteklerin kaynağıdır. İsra 60’da lanetlenmiş ağaç benzetmesi ile kastedilen İblis’tir. Şimdi aşağıdaki ayetlere bakalım:
Kendilerine gelmiş hiçbir kanıt olmadan, Allah'ın ayetleri hakkında tartışıp duranlar var ya, onların göğüslerinde, asla ulaşamayacakları bir büyüklüğün kuruntusu vardır. Artık Allah'a sığın! O'dur Semî, O'dur Basîr. (Mümin, 56)
Göğüslerindeki düşmanlığı çekip almışızdır. Köşkler/divanlar üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olmuşlardır. (Hicr, 47)
Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır… (Araf, 43)
De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! İnsanların yöneticisine, yönlendiricisine, İnsanların ilahına; Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin/o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden, İnsanlarıngöğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o; Cinlerden de insanlardan da olur o!" (Nas Suresi)
…Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. (Ali İmran, 118)
…Onlar ise sizinle karşılaştıklarında inandık derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: “Öfkenizle geberin.”Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir. (Ali İmran, 119)
”Bu, Allah göğüslerinizdekini denesin, kalplerinizdekini ortaya çıkarsın diyedir. Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilir. (Ali İmran, 154)
Savaşın onlarla ki, sizin elinizle Allah onlara azap etsin, onları rezil etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Ve inananlar toplumunun göğüslerine şifa ulaştırsın. (Tevbe, 14)
Ve senin Rabbin, onların göğüslerinin sakladığını da açığa vurduğunu da çok iyi bilir. (Neml, 74)
O bilir gözlerin hain bakışını ve göğüslerin sakladığını. (Mümin, 19)
Yukarıdaki ayetlerde “Göğüslerindeki düşmanlık, kuşku, kuruntu, öfke, nefret”, “Göğüslerdekinin denenmesi”, “Göğüslere şifa” gibi ifadeler yer almaktadır. Solunum sistemi nesnel olarak İblis’in/kötü arzu ve isteklerin kaynağıdır, dedik. Yani öfke, kuşku, kuruntu, kin, nefret, aç gözlülük, intikam, hırs gibi duyguların kaynağı. (Depresyon hastalarının büyük çoğunluğunda göğüs şikayetleri vardır. Göğüste yanma, göğse bıçak saplanması, göğüste sıkıntı, çarpıntı hissi v.s. Bu tesadüf olmasa gerektir.)
Solunum sistemi yanında kalp de göğüs kafesi içerisindedir. O sebeple göğüs kelimesi bazen kalplerin denenmesi anlamında da kullanılmaktadır.
3.Kişinin, bilgiden uzak düşüp zanna saplanmasıyla kendi zannın kuşatması altına girdiğini önceki makalelerimizde belirtmiştik. Şimdi İsra 60’a tekrar bakalım:
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüyü de Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor. (İsra, 60)
Lanetlenmiş ağaç ile ilgili cümlelerden önce “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” denmektedir. Bu da bize kişinin bilgiden uzak düşüp zanna saplanması neticesinde kendi zannı ile kuşatılmasının bu solunum sistemi vasıtasıyla olduğunu göstermektedir.
O ağaç ki, zalimler için onu bir fitne yaptık. (Saffat, 63)
NOT: Benzetmesi yapılan ağacın ters oluşuyla ilgili olarak aşağıdaki ayete bakalım:
Pis bir kelimetin/söz de gövdesi toprağın üstünde ictusset/destek bulmuş bir ağaca benzer, dayanağı yoktur onun. (İbrahim, 26)
Ayetin neden bahsettiği anlaşılmadığı için çeviriler de yanlıştır. Çeviriyi düzelttiğimizde taşlar da yerine oturacaktır.
Toprağın üstünde olarak çevrilen kısmın orjinali “Min fevki el ardı”dır. Bu “Yerin yukarısından demektir.”
“İctusset” kelimesinin kökü ise C-s-s’dir. Bir şeyin cüssesi onun ortada olan şahsıdır/kısmıdır (Müfredat). Ağacın ortada olan kısmı gövdesi ve dallarıdır. Bu itibarla benzetmesi yapılan ağacın ters olduğu net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
“Dayanağı yoktur” olarak çevrilen kelimenin kökü de K-r-r’dir. Yerinde hareketsiz bir şekilde donakaldı, denir (Müfredat). Bu itibarla “Karar” kelimesi burada “Kök” demektir.
Çeviri şöyle olmalıdır:
Pis bir kelimetin/söz de yerin yukarısından ictusset/biten bir ağaca benzer, kökü yoktur onun. (İbrahim, 26)
İbrahim 24 ile ilgili açıklama “Müteşabih Ayetler İki Anlamlıdır” makalesinde verilmiştir. İbrahim 24-25-26 ayetleri müteşabih anlamlıdır.
http://www.kurandini.net/index.php/lanetlenmis-agac.html