Edebî Sanatlar

Anlama
Dayalı Söz Sanatı
Tekrar etme, yeniden
söyleme anlamına gelen tekrir, bir yazıda, bir şiirde sözü veya kavramı
anlatımı pekiştirmek amacıyla sık sık tekrar etme sanatıdır.
Tekrir sanatı, eğer, soru anlamı taşıyan sözcüklerle
yapılırsa istifham, ünlemlerle
yapılırsa nida adını alır.
Tekrir Sanatına Örnekler:
Yukarıda da belirtildiği üzere tekrir sözün etkisini
güçlendirmek için anlamın üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da söz öbeğini
yinelemektir. Tekrar teknikleri, ahenk
sağlamada, vezin ve kafiyeden önce gelebilir. Şiddetli bir ihtiras, yüce bir
fikir, derin bir his, okuyucuda tesir bırakacak şekilde ifade edilmek
istendiğinde bu halı karşılayan lafız, nizamı olarak tekrarlanır.
Çal sevdiceğim, çal güzelim, çal
meleğim, çal.
(Tevfik Fikret)
Tekrir söze güç kazandırmak için, belli sözcüklerin düzyazıda ya da şiirde yineleme sanatıdır.
Vur, aşkın ve Hak’kın zaferi
için
Bu dizelerde, “Vur” sözcükleri yinelenerek “vurmak” eylemi
anlamca güçlendirilmiş, tekrir sanatı yapılmıştır.
“Sular gene o sular, kıyı gene o
kıyı
Gene çamlar dinliyor uzaktan bir
şarkıyı”
Bu dizelerde “gene” sözcüğü tekrar edilerek tekrir
yapılmıştır. Sanatçı, burada aynı durumun, aynı şeylerin devam ettiğini,
tekrarlandığını anlatmak için “gene” sözcüğünden yararlanmış, okuyucunun
dikkatini buraya çekmeye çalışmıştır.
Tekrirde sanatçı,
sözün etkisini güçlendirmek amacıyla anlamı üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da
söz öbeklerini arka arkaya yineler, böylece dikkatleri o sözcük ve anlamı üzerine
çekmek ister.
“Kapı kapı bu yolun son kapısı
ölümse
Her kapıda ağlayıp bu kapıda
gülümse”
Şair dizelerde ölüm olgusuna dikkat çekmek için “kapı”
sözcüğünden yararlanmıştır. Ölümü bir kapı olarak niteleyen şair, bu sözcüğü
yineleyerek okuyucunun dikkatini “ölüm” temasına çekmiştir.
Bahçemde açılmaz seni görmezse
çiçekler
Sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni bekler
Gelmezsen eğer mevsimi nerden bilecekler
Sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni bekler
Yukarıdaki şiirde “seni” sözcüğü sıkça kullanılmıştır. (tekrir sanatı)
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
Yunus Emre
Sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni bekler
Gelmezsen eğer mevsimi nerden bilecekler
Sahil seni, rüzgâr seni, akşam seni bekler
Yukarıdaki şiirde “seni” sözcüğü sıkça kullanılmıştır. (tekrir sanatı)
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
Yunus Emre
Yukarıdaki şiirde “ben” sözcüğü sıkça kullanılmıştır.
(tekrir sanatı)
Bu yağmur… bu yağmur …bu kıldan
ince Öpüşten yumuşak yağan bu yağmur
Bu yağmur… bu yağmur …bir gün
dinince Aynalar yüzümüzü tanımaz olur.
(Necip Fazıl Kısakürek)
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola oğlu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.
Yunus Emre
*
Tekrîr
Sözün etkisini güçlendirmek amacıyla anlamın üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da söz öbeklerini yinelemektir.
Bu tür kullanımda amaç anlam vurgusu sağlamak olsa da kelimelerin tekrarıyla bir ahenk de oluşur.
Filibeli Vecdî‟ye ait aşağıdaki ilk beyitte “hezâr ve “zâr”; ikinci beyitte de “derd-derman” kelimelerinin tekrarı, anlam ve ahenk vurgusu sağlamıştır.
Hezâr derdi bir iken hezâr zâr ile
Hezâr derde giriftâr-ı âh u zârum yok
(F. Vecdî Kt.46-2)
Hubb-ı câh ile devâsız derde düşdün
Vecdiyâ Derde dermân ide ol kim derdlere dermân virür
(F. Vecdî G.7-5)
Leylâ vü Mecnûn‟da yer alan aşağıdaki beyitte “râh” kelimesinin yinelenmesi ve yine bu kelimenin “ikrâh” kelimesi ile oluşturduğu cinâs, beyti ses ve anlam yönünden güçlendirmektedir.
Bu râhdan etmek olmaz ikrâh
Hoş râh durur sana giden râh
(Fuzûlî-LM 89)
Tekrîr
Sözün etkisini güçlendirmek amacıyla anlamın üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da söz öbeklerini yinelemektir.
Bu tür kullanımda amaç anlam vurgusu sağlamak olsa da kelimelerin tekrarıyla bir ahenk de oluşur.
Filibeli Vecdî‟ye ait aşağıdaki ilk beyitte “hezâr ve “zâr”; ikinci beyitte de “derd-derman” kelimelerinin tekrarı, anlam ve ahenk vurgusu sağlamıştır.
Hezâr derdi bir iken hezâr zâr ile
Hezâr derde giriftâr-ı âh u zârum yok
(F. Vecdî Kt.46-2)
Hubb-ı câh ile devâsız derde düşdün
Vecdiyâ Derde dermân ide ol kim derdlere dermân virür
(F. Vecdî G.7-5)
Leylâ vü Mecnûn‟da yer alan aşağıdaki beyitte “râh” kelimesinin yinelenmesi ve yine bu kelimenin “ikrâh” kelimesi ile oluşturduğu cinâs, beyti ses ve anlam yönünden güçlendirmektedir.
Bu râhdan etmek olmaz ikrâh
Hoş râh durur sana giden râh
(Fuzûlî-LM 89)
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/bahir_selcuk_divan_siiri_ahenk.pdf
*************************************************
Tekrirde sözcük anlam ve yapısını koruyarak yinelenirken,
yinelemede sözcüğün çeşitli yapısal varyasyonlarına rastlanabilir.
*************************************************
Yineleme Grupları
...
Çağdaş şiirdeki yineleme uygulamalarının divan şiirimizdeki
karşılığı olarak tekrir sanatı gösterilmekteyse de “sözün etkisini güçlendirmek amacıyla anlamın üzerinde yoğunlaştığı
sözcük ve söz öbeklerini arka arkaya yinelemek” demek olan tekrir bir edebî
sanat olarak değerlendirilmekte, çağdaş şiirimizdeki yinelemelerin ise, edebî
sanattan öte, şiirdeki yapısal görevleri üzerinde durulmaktadır. Aralarındaki
temel farklılık yapılarındadır. Tekrirde sözcük anlam
ve yapısını koruyarak yinelenirken, yinelemede sözcüğün çeşitli yapısal
varyasyonlarına rastlanabilir.
Modern şiir incelemelerini klâsik ölçütler çerçevesine
sıkıştırmamak gerektiğini düşünüyoruz. Şekil unsurlarının değerlendirmelerini
yeni şiirin serbest anlayışına uygun yapılması bizi çağdaş şairin amacına daha
çok yaklaştıracaktır kuşkusuz. Örneğin, modern şiirdeki kafiye uygulamalarını
divan şiiri kurallarına göre değerlendirmek bizleri, bir çok modern şairin
kafiyeden anlamadığı hükmüne sürüklemesi kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında,
aralarında birtakım benzerlikler tespit edilse de, yinelemeleri divan şiiri sanatı olan tekririnin uzantısı olarak
göstermenin doğru bir yaklaşım olmayacağı inancını taşıyoruz.
Tâhir-ül Mevlevî
Edebiyat Lügatı’nda “tekrar” ile “tekrir”in farklı yapılar olduğunu, “tekrar”ı
“bir sözün bir ibârede lüzûmu olmadığı hâlde tekrâr edilmesi”, “tekrir”i ise
“tekrar”ın “sözü kuvvetlendirmek, ifâdeye şiddet vermek için” yapılması
şeklinde açıklayarak birbirinden ayırır. Bu tanımda tekrir ile modern anlamda yinelemenin uygulama biçimi
örtüşmekle birlikte, yinelemelerin lüzumsuz görülmesindeki kastın iyi
anlaşılması gerekir.
Tâhir-ül Mevlevî’nin genel olarak “tekrar” dediklerini iki
grupta değerlendirirsek bunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz.
Özü itibariyle bizim de doğru bulduğumuz bu ayrımda “hüsn-i tekrar” olarak adlandırılan
kullanım şiir dilinin önemli bir özelliği olarak karşımıza çıkarken,“tekerrür” veya “kesret-i tekrar” denilen diğer “tekrar” türü şiirsel söyleyişe
monotonluk ve yavanlık katan kısaca sözün fasâhatını bozan bir kusurdur.
...
1. Önyineleme (Anaphora)
Yunanca adı anaphora olan önyineleme, dize başında yer alan sözcük veyasöz
öbeğinin takip eden dizelerin başında da yinelenmesidir.
Bir servi var
Bir dam
Bir mısır hevengi
Bir masa
Bir iskemle
Görenler için
Sabahattin Kudret
Aksal
“Bir Yazın Aydınlığı”, Şiirler, s.469.
2. Ardyineleme (Epistrophe)
Önyinelemenin tersi bir uygulama diyebileceğimiz
ardyineleme, sözcük ve
söz öbeklerinin dize sonlarında birbiri peşi sıra
yinelenmesidir.
Bu üçgen ne çirkin
Havada bir kuş çirkin
Bütün güzel kadınlar çirkin
Sabahattin Kudret Aksal
“Çirkin”, Şiirler,
s.190
3. Zıt Paralel Yineleme (Epanalepsis)
Dize veya bölük başındaki bir sözcüğün aynı dize veya bölük
sonunda
yinelenmesiyle ortaya çıkan bir yineleme çeşididir.
Başımı aldım bir kez çıktım İstanbul’dan
Ankara dedim Haymana dedim Konya
Başıboşluğa şehir mi dayanır gönlüm
Sevdaya güzel mi dayanır ya sevdaya
Sabahattin Kudret Aksal
“Anadolu Yolculuğu”, Şiirler, s.73.
4. Kıvrımlı Yineleme (Anadiplosis)
Bir dizenin sonundaki sözcüğün, daha sonra gelen dizenin
başında
yinelenmesiyle yapılan bir yineleme türüdür.
Bir bölüğün son dizesinin, daha sonra gelen bölüğün ilk
dizesinde yinelenmesiyle yapılan değişik uygulamaları olan bu yineleme klâsik
şiirimizde kullanılan iade sanatıyla
benzerlikler göstermektedir.
İade sanatında her
beytin son sözcüğü sonraki beytin ilk sözcüğü olarak kullanılır. Aralarındaki
en belirgin fark, divan şiirinde yinelemenin bütün şiir boyunca yapılma
zorunluluğu olmasına rağmen, yeni Türk şiirinde bu tamamen şaire bırakılmış,
şiire bir serbestlik kazandırılmış olmasıdır.
Sabahattin Kudret Aksal kıvrımlı yinelemeyi anlamı
vurgulayan, ahengi zenginleştiren, şiirde bakışım sağlayan araçlardan biri
olarak görmektedir.
Düzyazı da cümleyi bir önceki cümlenin son sözcüğü ile
başlamak daha çok bu sözcüğü açıklamaya yöneliktir.
“Gemimde en iyi hizmet standart
hizmettir. Standart hizmetse yarı standarttır. Yarı standart hizmete de burada
izin yoktur.”cümlelerinde yeni cümlenin bir önceki cümlenin son sözcüğü
ile başlamasındaki temel amaç son sözcüğü açmaya, açıklamaya yöneliktir. Bu tür
kullanımların örneğine konuşma dilinde fazla rastlanmasa da zaman zaman tercih
edildiği bilinmektedir.
“Buralarda duramam artık. Bir
daha arkama bakmamak üzere gidiyorum. Gidiyorum çünkü size karşı çok mahcubum.”cümlesinde
görüldüğü gibi konuşma dilinde yineleme âdeta çünkü bağlacının
yerinitutmaktadır.
5. Bağlaç Yinelemesi (Polysndeton)
Bağlaç yinelemesi, aynı türden veya farklı türden
bağlaçların aynı metin içerisinde yinelenmesidir. Yinelen bağlaç şiirde
ön yineleme, ard yineleme veya kıvrımlı yineleme vb. çeşitli sistemlerle
dizilebilir.
Bilinçli yapılan bağlaç yinelemesi, bir çok yineleme
grubunda olduğu gibi, iki amaca hizmet etmektedir.
Şairin bağlaç yinelemesi ile ulaşmak istediklerinin başında
ritm oluşturma gelmektedir. Ayrıca şair, “anlam ayrımı verebilmek için” de
bağlaç yinelemesine başvurabilmektedir. Özünlü, bağlaç yinelemesinin şiir
içerisinde ortaya çıkardığı anlam ayrımını şöyle bir örnekle açıklar:
“ ‘Bu sömestr İngilizce, tarih, biyoloji, matematik ve beden
eğitimi dersleri alıyorum.’ Gibi bir tümce yerine:
‘Bu sömestr İngilizce ve tarih
ve biyoloji ve matematik ve beden eğitimi dersleri alıyorum.’ gibi tümce
kullanıldığında, tümcenin anlam ağırlığı, alınan derslerin ne denli yoğun
olduğuna kaymaktadır.
Sabahattin Kudret Aksal, bağlaçlar içerisinde yinelemeye
izin veren bağlaçların başında gelen “ne… ne…” ve “ve” bağlaçlarını şiirde
ahenk yaratma ve anlam ayrımı yapmada kullanması dikkat çekicidir. Aşağıdaki
iki şiirde şairin daha çok ahenk yaratma kaygısı ile yinelemelere başvurduğu
anlaşılmaktadır.
Gerçi evlerinin önü deniz
Deniz değil kirli su
Çocukların yüzüne baktım
Ne bet kalmış ne beniz
Çalışıyor her biri bir işte
Ellerine geçen ne
Geçen de gidiyor eve ekmeğe
Ne üstte var ne başta
Sabahattin Kudret
Aksal
“Giden”, Şiirler, s. 56.
6. Çok Biçimbirimli (Ekli) Yineleme (Polyptoton)
Çok ekli yineleme, değişik yapım ve çekim ekleri almış bir
sözcüğün yinelenmesiyle yapılır. Burada da bir sözcüğün peşi sıra yinelenmesi
söz konusudur.
Uyumuş, uyanmaz uykusundan
“Ölü Odasında
Kızlar”, Şiirler, s. 247.
… Sesler
Duydum, sesler ki sessizliğin içinde
Sabahattin Kudret Aksal
“Penceremi Açtım”, Şiirler, s. 265.
7. Zıt Yapılı Yineleme (Antimetabole)
Zıt anlamlı ya da zıt dilbilgisel özelliklere sahip
sözcüklerin aynı dizede veya
art arda gelen dizelerde kullanılması sonucu söz konusu
yineleme yapısı ortaya
çıkar.
Varlığı karşıtlıklardan yararlanarak açıklamak, zıt anlamsal
özelliklere sahip
sözcükleri aynı dizede kullanarak okuyucuyu şaşırtmak buna
bağlı olarak estetik bir
değer ortaya çıkarmak Sabahattin Kudret şiirinin bir
niteliği olarak görülmektedir.
Bu yapı geleneksel sözbilimde çaprazlama (chiasmus) olarak
da bilinmektedir.
Yeryüzünün ilk sabahı bir horoz
Yağmur yağıyordu kurak çok susuz
O çok yalın boşta öttü uzun uzun
Bir yerinde bugün de uykumuzun
O yağmur gibi buzuldan hem sıcak
O gergef ki incecik işlenecek
Düşleyin yumuşak gerçekle katı
Kara geceden ak bir gündüz yaptı
Sabahattin Kudret Aksal
“Gergef”, Şiirler, s.
148.
Şiir boyunca kullanılan
yağmur → kurak, susuz
buzul → sıcak
düş → gerçek
yumuşak → katı
kara → ak
gece → gündüz
gibi karşıtlıklar sözcüğe herhangi bir olumsuzluk eki
eklemeden, farklı bir sözcükle
kurulan karşıtlıklardır.
8. İkileme (Gemination)
Bir çok dilde görülmeyen, özellikle Türkçeye has bir
kullanım olan ikilemeyi bazen de üçleme
şeklinde karşımıza çıkan yapıyı “anlatım gücünü artırmak, anlamı pekiştirmek, kavramı
zenginleştirmek amacıyla, aynı sözcüğün yinelenmesi veya anlamları birbirine
yakın yahut karşıt olan ya da sesleri birbirini andıran iki sözcüğün yan yana
kullanılmasıdır.” şeklinde açıklayabiliriz.
Geleneksel sözbilim ikilemeler arasında bağlaç kullanımına
izin verebilmektedir. Ayrıca ikileme dediğimiz dilbilgisel yapıların büyük bir çoğunluğunun
aynı sözcüğün, yakın anlamlı ya da zıt anlamlı sözcüklerin yan yana gelmesiyle
oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden ikilemeyi aynı, yakın veya zıt anlamlı
sözcüklerin bağlaçlı ya da bağlaçsız olarak yan yana yinelenmesi şeklinde de açıklamamız
mümkündür.
İkilemeyi diğer yineleme gruplarından ayıran temel özellik,
ikilemelerin sadece yatay eksende yan yana sıralanıyor olmasıdır. Oysa
yinelemeler, hem yatay hem de dikey eksende değişik simetri kombinasyonları
içerisinde olabilmektedir.
Aksal ikilemeleri, daha çok anlam boyutunda katkı sağlayan
bir takım ekleri
araya katmadan kullanmayı yeğler.
Bütün şehri bırakarak bir sabah habersiz
Kalbimizde nedamet ağzımızda şarkılar
Bir sabah bir sabah erkence seyredeceğiz
Bir sabah yelken direklerinde martıları
Ah şimdi nasıl nasıl bizi beklemektedir.
Uzak limanların serseri çocukları
Sabahattin Kudret Aksal
“Liman Direkler
Yelken”, Şiirler, s. 20.
9. Ek Yinelemesi (Homoioteleuton)
Değişik sözcüklere aynı anlam ve görevdeki eklerin
getirilmesiyle ortaya çıkan ek yinelemesi, redifin oluşturduğu ritmi metin
içerisinde genişletme, şiir içerisine yayma görevini üstlenmektedir.
Ey eski göçebeler
Ak bulutlar! Ey gökler!
Sisli dağlar, ovalar,
Ey gölgeler! Sazlıklar!
Sabahattin Kudret Aksal
“Ey Doğa”, Şiirler,
s. 277.
Şiirde redif görevini üstlenen “lar” çokluk ekinin, sadece
dize sonunda değil,metin içerinde belirgin bir paralelizm oluşturacak şekilde
yinelenmesi ritm duygusunu artırmaya yöneliktir.
Taş mı toprak mı börtü mü böcek mi
Bitki mi alabildiğine evren mi
“Kapı”, Şiirler,
s.135.
10. Çapraz Yineleme (Antistrophe)
Çapraz yineleme, bir dizenin, dizeyi oluşturan sözcüklerin
yerlerinin değiştirilmesi ve çapraz bir söyleyiş ve görüntü oluşturacak şekilde
yinelenmesiyle elde edilir
Bir kuşla bir tüfekle
Kuşta tüfek
A B
Tüfekte kuşla tutsak
B A
“Tutsak”, Şiirler, s.179.
Arif Yılmaz, Sabahattin Kudret Aksal’ın Hayatı, Sanatı ve
Şiirleri üzerinde Bir Araştırma, Doktora Tezi
*
Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde
Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)
Abdulhalim Aydın
Anadiploz (Anadiplose,
Son –baş yinelemesi):
Bir tekrar
figürü olan anadiploz, aynı sözcüğün cümlenin, dizenin ortasında tekrarlanması
veya biten dizenin son sözcüğünün sonraki dizenin başında yeniden yazılmasına
denir. Bu durumda, formüle edersek,
"……..xx……."
veya
"……….x"
"x………"
biçiminde olur.
“ve siz onlara
ne kadar, ne kadar
da çok benziyordunuz” (bulutlu
yazılar, 171)
“uzat aşkları ordan, orda fener,
kayalar, gelirdi…” (yaban
atlarını kışkırtan dionysos, 220)
“sen
hüzünlesin belki, belki hüzünlerlesin;” (labirent
sonnet’si, 261)
“her şey artık
ne kadar, ne kadar da kurak!” (yalnızlık sonnet’si, 275)
“eteklerinde çöl, çöl ve bir yığın yaprak…” (çöl kırıldı, 311)
“kendiyle doluyor, doluyor,
bir yelken!” (akşam ve yelken, 343)
Anafor (Anaphore,
Önyinelem)
Anafor, bir
sözcük veya sözcük grubunun her dize veya dize grubunun başında
tekrarlanmasıdır. Bu kullanımların da şairimizde oldukça yoğun olduğunu
vurgulamak gerekir. Bunlardan yalnızca bir kaçını anmakla yetineceğiz.
“ey
uçurum gözlü sevgilim!
ne
zaman baksam”
(…)
“ey uçurum gözlü sevgilim!
ne
zaman baksam” (taflan, 146-147)
“hangisi bana gizem
hangisi senin kışın
hangimizin daha derin yolları” (yakın aşklar, 170)
“yollar belli belirsiz yükseliyor
yollar
yakut uzaklıklardır” (ölüm ve Zaman, 207)
“gittim, kesik günler, aşk bölük pörçük;
gittim,
yedeğimde ipek ve göçük;
gittim,
her kuyudan bir parça…” (çöl ve yitik oğul, 288)
Kondüplikasyon (Conduplication,
önyineleme):
Sözcüksel
tekrar yanacı olan kondüplikasyon aynı sözcük veya sözcük dizisinin cümle, dize
veya önerme başında kullanılmasıyla elde edilir. Aşağıdaki dize gruplarının
başında geçen tekrarlar buna güzel örneklerdir.
“kalp kalesi! ben sana”
“kalp kalesi! sen yaşlı Söz’ün”
“kalp kalesi! her dize” (kalp kalesi, 131)
“batınî” parçasında bütün dize
öbeklerinin başında tekrarlanan “herşey batınî” formu yine aynı yanaç bağlamı
içindedir.
“herşey batınî! göl”
“herşey batınî! tenim”
“herşey batınî! gül”
“herşey batınî! ve hüzün” (batınî,165)
“sözlerden, sözlerden, sözlerden” (çöl ve
‘kün’, 299)
Bu
örnekte ise üçlü bir önyineleme (triplication) yapılmış.
“bir dağdağayla kavuştuydu
çöl çöle…” (çöl lalesi, 303)
“dağ” ve “çöl” yinelemelerinden
oluşan bu kullanımda farklı okuma yaklaşımları da söz konusudur. “çöl çöle
dağdağayla (gürültülü patırtılı) kavuştu” ile “dağ dağa, çöl de çöle kavuştu”
gibi polisemik bir durumu imliyor.
Antepifor (Antépiphore):
Bir tekrar
yanacı olan antepifor, dize grubunun veya öbeğinin şiirin başında ve sonunda
tekrarlanmasıyla elde edilir.
“hayâl hanım” parçasında aşağıdaki
dizeler metnin başında ve sonunda tekrarlanmış:
“yeşil imgeli
kız! ilk yazım!
hangi
harf gül, hangi dal dize?” (hayâl hanım, 172)
“narkissos’a
ağıt” parçası aşağıdaki dizelerle açılıp kapanıyor:
“biz
kiminiz? Hüznümüzünüz artık
ve artık kendinin önünde yürü ölüme” (narkissos’a ağıt, 227)
Yine akşam ve yelken adlı şiir parçası
aşağıdaki dizelerle başlayıp bitiyor:
“hem geç’tim
ben, hem erken..” (akşam ve yelken, 343)
Aynı biçimde, akşam ve vera parçası da aşağıdaki
dizelerle başlayıp bitiyor:
“verâ, verâ,
verâ!..” (akşam ve vera, 348)
*
Epentez (Épenthèse, İç türeme):
Homéotéleute:
“nar eskisi gibi çatladı ya, ve dut
Epanadiploz (Epanadiplose):
Dizenin,
cümlenin başında ve sonunda aynı sözcüğün tekrarına dayanan bir tekrar
figürüdür.
“ah
bedenin, zakkum bedenin!” (deprem,157)
“‘kışkırt yaban atların kışkırt," (yaban
atlarını kışkırtan dionysos, 220)
“yaz, bir önceki yazın
(…)
acılar aynalardır, acılar” (feyyaz, 139)
“kalbim, sevdalara sığmayan kalbim” (size
bakmanın tarihi, 180)
“ey, birazdan bir yazdan geçer olan, ey!” (akşam
ve sen ve ben, 326)
“yanık bir gül gibi, -daima yanık!” (akşam
ve maden, 344)
“hep Senin içindi, hep” (öte’ye,
395)
Bir sözcüğün
içine harf veya hece eklenmesiyle oluşan ve daha çok retorikte ve sözcük
oyunlarında kullanılan bir değişinirlik (métaplasme) yanacıdır.
“sen sussan da
susmasan da bir” (tenha, 163)
dizesinde
geçen “sussan” sözcüğüne “ma” hecesi eklenerek épenthese’e güzel bir örnek
oluşturur.
“hüzün: saati henüz’ün” (erguvan ve zaman, 203)
“hüzün”
sözcüğünün içine “en” eklenerek “henüz’ün” elde edilmiş.
“diye
bilse de olur, bilmese de…”
“yürüdüm:
dile gelmek-
le gelmemek arası bildiğim yerde” (ölüm
ve Zaman, 208)
“gelmek-le,
gelmemek” sözcükleri arasında yapılan epentezde dikkati çeken şairin de bu
yanacı özellikle belirtmek için gelmek sözcüğünün eki olan –le’yi sonraki
dizeye atmasıdır. Bu yolla, gelmek-gelmemek sözcükleri ortak mastar formunu
elde ederek epenteze görsel vurgu da yapılmış.
“bir
işe yaramıyor var olmak, var olmamak…” (kıyamet sonnet’si, 264)
“ne
zamanlar geçtin, gençtin
o zaman!” (akşam ve Nurusiyah, 339)
“herkese
biriken kalbim
ve biriyken öteki olan”
(a, ş, k, (iki) 409)
“kendi
adımı andım da ne oldu?” (harfler ve hilmi, 427)
Epitez (Epithèse, Paragoge-Sontüreme):
Bir
sözcüğün sonuna bir ya da birkaç ses ya da hecenin eklenmesine denir.
”bir gülün biraz
daha gül” (ölüm ve Zaman, 207)
“bir sur, bir sûret,
bir sûre” (ölüm ve Zaman,
208)
“yalnızlıklar vardı diye sen vardın” (çölde ölüm, 301)
“ve’yle mi, ‘veya’yla mı
ve
‘ile’?
(…)
sen leylâ’dan daha leyle
(…)
elf leyle ve
leyle…” (a, ş, k, (bir) 407)
dizelerinde
“ve” ile değişkenlikleriyle, “leylâ” ve değişkenliklerinin sergilediği uyumlu
görsel-işitselliğin yanı sıra anlamsal yönden de “Bin Bir Gece Masallarına”
kadar uzanan zengin çağrışımları verir. Ayrıca, parçanın “elf leyle ve leyle…” biçiminde peş peşe dizelerle sonlandırılması
görsel-biçimsel açıdan da “Bin bir Gece Masallarını” çağrıştırır.
“o da oradaydı, o odada” (harfler
ve lay lay lom, 423)
“yolla yollara yazıları” (harfler ve kalem ve kağıt, 424)
Epifor (Epiphore, son yinelem):
Aynı sözcüğün
veya sözcük grubunun dizenin, cümlenin sonunda kullanımına dayanan bir tekrar
yanacıdır.
“ölümü söyleyiş
ve tekrar söyleyiş…” (erguvan
ve zaman, 203)
“Kitab’ımı
Yalnızlığa indirdiğim günlerde;
nehirlerin bir testiye sıkışıp kaldığı günlerde;” (çöl ve kilit, 297)
Konkatenasyon (Concaténation-dize
eklemlenmesi):
Bir sözcüksel
tekrar yanacı olan konkatenasyonda esas olan dizenin son sözcüğünün sonraki
dizenin başında kullanılmasıdır. (……………..xx, xx……………) şeklinde belirtilebilir.
“dolardı içim…
eylül!
eylül! Kırılgan mevsim!”
(…)
“dolardı içim…
eylül!
eylül! Unuttum sizi” (eylül,179)
“aynalar las meninas, örtün onları, örtün!
örtün
ki görünmesin ayna içinde ayna…” (las meninas için sonnet, 251)
“işte benden herkese,
herkese
bir sonbahar…” (akşam
ve veda, 349)
Homéotéleute:
Dizelerde,
günlük konuşma dilinde, sözcük oyunlarında kullanılan ve sözcük sonlarındaki
sesteşliğe dayanan bir yarı tekrar biçimidir. Dize içinde kullanıldığında
orta/iç kafiye de olur.
“hiç bitmedindi, ‘dindi’ diyenler olsa da”
(yazılar ve zaman, 198)
Bu kullanım
aynı zamanda ikili bir okuma biçimini de geliştirir. 1-bitmemiştin anlamında
‘dindi’ pekiştirme amaçlı uzatılarak, tekrarlanarak verilmiş. 2-“dinmek” fiili.
Homonimi (Homonymie, sesteşlik):
Sesteşleri
ikiye ayırmak mümkündür:
1- Farklı yazıldığı halde aynı okunan sözcükler. Buna işitsel sesteşler (homophone) denir.
2- Aynı yazılıp aynı okunan sözcükler. Bunlara da görsel sesteşler (homographe) denir.
1- Farklı yazıldığı halde aynı okunan sözcükler. Buna işitsel sesteşler (homophone) denir.
2- Aynı yazılıp aynı okunan sözcükler. Bunlara da görsel sesteşler (homographe) denir.
“nar eskisi gibi çatladı ya, ve dut
yâvedut yaprağını verdi ipeğe;” (çöl ve yitik oğul, 288)
Birinci dize
“nar da dut da eskisi gibi çatladı” anlamındayken, yâvedut ise Allah’ın isimlerinden biridir.
“çöl de sert, nehir girift,
kapı dar;” (çöl ve hüzün, 291)
Dizeyi ikili
okumaya açan çöl ile Fransızca karşılığı “désert” sözcüklerinin yan yana
kullanılmasıdır. Bir datisme örneği de olan bu yapıda çok anlamlılık ve
homophonique öğeler “de sert” sözcüğünün Türkçe (sıfat) “çöl de sert” ile
“désert” in Fransızca “çöl” anlamında okunmasıdır.
“o susuz
günleri mumyalayıp, mum yalayıp” (çölde ölüm, 301)
Güzel bir
homophone örneği olan “mumyalayıp”ile “mum yalayıp” kullanımı doğal olarak
beraberinde çok anlamlılığı da getiriyor.
Benzer sözcük
oyunu aşağıdaki dizede de söz konusu:
“üşüyor,
öyle derin üşüyor ki, hırkası
hırkamla örtüşüyor,
ört üşüyor!” (çölde zaman, 309)
Aşağıdaki
sesteşlikler de zengin anlam ve çağrışım olanakları sunar:
“daima o
yoksul sardunyaları;
sen gel de şiirle sar dünyaları” (akşam ve yazmak, 334)
“dağılmış
binlerce yerinden,
akşam gövdemden doğuyor, ay, ay…” (akşam ve yelken, 343)
dizeleri çoklu
bir anlam katmanına işaret eder. Bir yönüyle, “binlerce yerinden dağılmış ve
gövdeden doğan akşamın parçalanmışlık hali ay! ay! yakarışıyla bir acıyı,
sızıyı dile getirirken”; öbür yandan da, önceki dizeden bağımsız düşünülünce
“akşam olunca gövdemden doğar semadaki ay, ay ve yıldızlar…” çağrışımını verir.
Aşağıdaki
dizelerde geçen “eksile” ile “exilé (sürgün)” sözcükleri yazılışı farklı
okunuşu aynı olduğu için homofona örnek olurken, nitelikli bir müzikalite de
görürüz.
“kalbin eksile eksile
exilé
partout est seul…” (a, ş, k (bir) 405)
Aşağıdaki
dizede geçen sözcükler de homofona örnektir:
“şimdi
daralan odalarda
bir dar
alan, dört duvarsın” (harfler
ve hilmi, 427)
bir
başka homofon örneği de aşağıdaki dizelerde geçer:
“ben
er idim, eridim;” (tâ,
sîn, mîm (sekiz), 440)
Datizm (Datisme):
Bir sıklık
terimi olan datisme bir cümle veya dizede eş anlamlı sözcüklerin kullanımıyla
aynı düşünceyi ifade etmeye denir. Şairimizin “kün” şiirindeki şu dizelerde
geçen “ol” ve Arapça karşılığı olan “kün” ard arda pek çok kez tekrarlanarak
güzel bir örnek olmuş:
“git! düş
sözleri ol kün”
“sen sen ol kün
akşamın yakarısı”
“yazdan kalan
neyse o ol kün” (kün, 164)
“hangimiz
ötekine giz oluruz ya da sır?” (kimlik sonnet’si, 277)
Diyad (Dyade):
İki eş sözcüğün kullanılmasıyla
elde edilen leksikal, sentaksik ve ritmik tekrara denir.
“yunus yana yana yürüdüydü
mevlana döne döne
bense kana kana yürürdüm” (ölüm ve Zaman, 207)
“yazları
söylete söylete” (lehte, 215)
“üşür köpüre köpüre”
“yazları devire devire”
“zamanı gezdire gezdire” (gölge
ve zaman, 191)
Ş.Galip’in “geh kar yağar idi geh
karanlık” dizesini,
“kar yağar, bir anlık kar, bir anlık” (akşam ve Nurusiyah, 339)
biçiminde yazan şair, dizeyi
polisemik bir alana çeker. Böylece, bu dize bize her zaman “kar yağar, bir
karanlık, bir anlık” veya “bir anlık,
kar yağar, bir karanlık” gibi bir yeniden okumayı salık verir.
“gül hurda, aşk hurda, varoluş hurda…” (akşam
ve yolculuk, 347)
dizesinde ise,
üçlü tekrar anlamına gelen “triyad” yapılmış.
Paregmenon:
Sadece eklerle
(önek-sonek) birbirinden ayrılan iki kelimeyi ifade eden sesteşlik yanacıdır. (ör:İmportation-exportation)
“seviştik: bir gövde, bir karşı-gövde” (ölüm
ve Zaman, 208)
“dökülüp ıssız
bıraktığı sfer
katı… kaskatı…” (orpheus’a
şiirler, 228)
“sözle köze
döndüğüm düğüm
oldu kopar zincirini; -gördüğüm” (harfler
ve atlar, 420)
“ölüm’ü süzmek midir, ölümsüz?” (tâ, sîn, mîm (iki),
434)
“giydirildim ve dirildim” (tâ,
sîn, mîm (altı), 438)
Polisindet (Polysyndète, Aşırı Bağlaç
Kullanımı): bir sentaksik yanacı olan polisindet bir dizede, cümlede bağlaç
sözcüklerinin gereğinden fazla kullanımına denir.
“bir ipek
simya sesi
ve nice
katmanlar
aradınız
ve dolaştım diye düşündünüz
bir yaz gibi
gülen çocuklar
ve yollar gördükçe” (kazı,129)
“sen ve bahçe, ben ve bahçe, sen ve
ben;” (akşam ve sen ve ben, 326)
“durup da saysam da çoğu da bir’dir
şiirler da, da, da, şenlik ateşleridir” (harfler ve kibrit, 415)
polisindetin yanı sıra, “da”larla sağlanan muzikalite ve “şenlik
ateşleri” imgesiyle şiir, etrafında âdeta ateş dansı yapılan bir ayine
dönüştürülmüş.
Nakarat (refrain):
Her dize ya da
dize grubunun sonunda düzenli bir biçimde ifade, sözcük veya dizenin yer
almasıdır.
“duyulur
türküsü şiirin:
-çiçekli dağ
çiçekli
dağ
(…)
Adıyla çağırır
yollarında:
-çiçekli dağ
çiçekli
dağ
(…)
Bağlanır
acılarımız
-çiçekli dağ
çiçekli
dağ” (çiçekli dağ sokağı,141)
“a, ş, k (iki)
) şiirinin her dize öbeği sonunda geçen
“elif lâm mîm” (a,
ş, k (iki) 409 )
dört defa
tekrarı da bir nakarat örneğidir.
Abdulhalim Aydın, Hilmi Yavuz’un
Şiirlerinde Söz Sanatları, Sözcük Oyunları ve Şiirsel Figürler (Yanaçlar)
*
Reddü’l-acüz ale’s-sadr
Reddü’l-acüz ale’s-sadr: Şiirde beytin, düz yazıda da bir cümlenin veya ibarenin sonunda yer alan sözcüğü kendisinden önce tekrarlamaktır. Asıl anlamı, “sonu başa çevirmek”tir. Çünkü acüz, nesirde ibarenin sonu (=fâsıla), nazımda beytin son kısmı; sadr nesirde cümlenin başı, nazımda da beytin ilk başı demektir.
Yine şiirde birinci mısraın son kelimesine arûz, ikinci mısranın ilk kelimesine ibtidâ, her iki mısrada arada kalan kelimelere de haşiv adı verilir.
Bu sözcükler benzerlikte üçe ayrılırlar:
a. Söylenişi, yazılışı ve anlamı aynı olan sözcükler,
b. “Cinas“ta olduğu gibi söyleniş ve yazılıları aynı, anlamları farklı olan sözcükler,
c. “İştikak“ta olduğu gibi aynı kökten türemiş ya da “şibh-i iştikak”ta olduğu gibi kök sesleri arasında ses benzerliği olduğu için bu duyguyu veren sözcükler.
Nesirde bir ibare ya da fıkranın başında ve sonunda bulunurlar.
Nazımda ise dört biçimde karşımıza çıkarlar:
Kelimelerden biri beyit sonunda, diğeri ise;
a) ilk mısraın başında,
b) ilk mısraın ortasında,
c) ilk mısraın sonunda,
d) ikinci mısraın başında yer alır.
http://www.turkedebiyati.org/reddul-acuz-ales-sadr-soz-sanati/
Test
Test
1. Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam
Bir sırma kemerdir suya baksam
Yukarıdaki beyitte
bulunan söz sanatları aşağıdakilerin hangisinde verilmiştir?
A) Tekrir -teşbih
B) Aliterasyon - tevriye
C)lstiare - tekrir
D) Tezat - aliterasyon
E) Tevriye – tezat
*
Cevap anahtarı: 1.A,
===================
Kaynaklar:
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/bahir_selcuk_divan_siiri_ahenk.pdf
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/bahir_selcuk_divan_siiri_ahenk.pdf
http://www.iasj.net/iasj?func=fulltext&aId=46801
http://www.edebiyatbilgileri.com/9/soz-sanatlari
http://www.yenimakale.com/edebi-sanatlar-soz-sanatlari.html
http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar/tekrir-yineleme-sanati
http://www.edebiyatogretmeni.org/tekrir-tekrar-etme/
Ek Okuma
Risale-i Nur’a göre Kur'ân’daki tekrarın edebî yönü
Bediüzzaman ve Kur'ân-ı Kerim'deki Tekrarın Edebîliği
Tekrar üslûbu bir mucizedir:
Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrar üslûbu etrafında Bediüzzaman Said Nursî'nin yazdıkları inceleyecek ve i'caz alimlerinin tespitleriyle kıyaslayacak olursak, Bediüzzaman'ın onlardan birkaç noktada daha öne çıktığı sonucuna ulaşırız.
Bunlardan birincisi, Bediüzzaman'ın Kur'ân-ı Kerim'deki tekrarın mucize olduğunu farketmesi.
İkinci olarak, Bediüzzaman'ın tekrar üslûbunu daha öncekilerden farklı ve onların ulaşamadığı bir tarzda açıklamasıdır.
Üçüncü olarak, Bediüzzaman, tekrar üslûbunun belagat/mana yönünü çok güzel tespit etmiş, nevîlerini sınırlamış, sebeplerini araştırmış, farklı formlarını zikretmiş ve hikmet yönünü istinbat etmeye çalışmıştır.
Dördüncü olarak, Bediüzzaman Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrarların, sadece şekil itibariyle bir tekrardan ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
Bütün bunlar, bilebildiğim kadarıyla, daha öncekilerin değinmediği farklı hususlardır.
Bediüzzaman, bütün mucizelerin kaynağı Hz. Peygamber (s.a.v.)'in en büyük mucizesi olan Kur'ân-ı Kerim'in tahdit edilemeyen i'câz vecihlerinden kırk tanesine işaret etmiş ve tekrar üslûbunuda bu icâz vecizelerinden biri olarak değerlendirmiştir.
Bediüzzaman şöyle der: "Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet, zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla, güzel, tatlı tekraratıyla birtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte... bir nevi i'câzını gösterir." 18 Bir başka ifadesinde Bediüzzaman tekrar üslûbunu şöyle vurgular: "Gayet kuvvetli bir i'câz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir." 19
Acaba bu i'câzın tezahür ve tecellileri nelerdir?
Tekrar çeşitleri
Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrar üslûbu iki çeşittir:
Cümle tekrarı
Kıssaların tekrarı
Birinci çeşit: Bu çeşit İbn'u Reşik'in lafzi tekrar diye isimlendirdiği ve "çoğunlukla manadan ziyade lafızlarda vuku bulduğunu ifade ettiği" 20 çeşittir, "O halde Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz", şeklinde Rahman sûresinde yer alan bu ayet-i kerime, bu neviden zikredilecek mu'ciz bir tekrardır ki, Allah Teâlâ insan ve cinlere olan nimetlerini andıkça bu ayeti tekrar etmiştir." 21 Bu lafzi tekrar veya Bediüzzaman'ın ifadesiyle cümle tekrarı, mana ile sıkı irtibatı olan bir tekrardır, çünkü bu tekrar "yüksek i'câzı ve şümulü gösterir" 22.
Dolayısıyla cümle tekrarı, nesillerin ve asırların yenilenmesiyle söze bir yenilik kazandırmaktadır, zira sadece Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde yaşayan nesillere yönelmekle kalmıyor aynı zamanda "Belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor" 23.
Aynı şekilde ayetlerin sonlarında çokça tekrar edilen kelime ve ifadeler de bu nevidendir "Ve bilhassa çok tekrarla 'ezzâliımîn..., ezzâliımîn...' deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Âd ve Semûd ve Fir'avunun başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor." 24.
Böylece bu bağlamda yer alan tekrar üslûbu ikili bir işlev görmektedir, bir taraftan mantûk olan(lafzen anılan) ezzalimin... ezzalimin... şeklinde irad edilen tekrar kâfirlerin başına tokmak gibi inerken, diğer taraftan da mefhumun delaletiyle (mana boyutuyla) mü'minleri teskin ve teselli etmektedir.
İşte bu mu'ciz tekrar üslûbu, Müslûman olmayanın ve özellikle Arap olmayanın idrak edemeyeceği bir üslûptur. Thomas Charlayr Kahramanlar adlı kitabında, Resûl görünümünde kahraman diye isimlendirdiği nefis bir bölümde Hz. Peygamber(s.a.v.)'in kişiliğini ele almış, ona uygun gördüğü bütün faziletleri nispet etmiş ve batının bâtıl olarak ileri sürdüğü birçok iftirayı reddetmiştir. Bu müellif Kur'ân-ı Kerim'e gelince, Kur'ân-ı Kerim'in fesahat ehli Araplar üzerindeki tesiri ile batılılar üzerindeki tesirini birbirinden ayırma ihtiyacını hissetmiş, bu bağlamda Kur'ân-ı Kerim'deki tekrar üslûbuna dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: "Kur'ân'a gelince, Müslûmanların ona aşırı hayranlıkları ve onun mu'ciz bir kelam olduğunu söylemeleri değişik toplumlarda farklı zevklerin varlığına en büyük delildir. Bir de şu da var ki, tercümenin, edebî sanat ihtiva eden kompozisyonun güzelliklerinin bir çoğunu alıp götürdüğü de bir gerçektir, onun için Avrupalı, Kur'ân okurken büyük bir meşakkat çeker diyecek olsam, bu hiç kimseye garip gelmemelidir, zira o gazeteleri okuduğu gibi Kur'ân'ı okur, bu kimse, anlayabileceği bir cümle bulayım diye, gazetelerde sıkıcı ve yorucu sözlerle dolu uzun uzun sayfalar karıştırır. Ama Araplar bunun tam aksi istikametinde Kur'ân'a bakarlar, çünkü Kur'ân ayetleriyle kendi zevkleri arasında bir örtüşme söz konusudur. Ve çünkü tercüme, Kur'ân'ın güzelliğini ve revnakını alıp götürür. Onun için Arap, Kur'ân-ı Kerim'i muciz bir kelam olarak görmüş ve en dindar Hıristiyanın İncil'e atfetmediği övgüleri Kur'ân'a atfetmiştir" 25.
Şu halde Charlil, batılıların, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrar üslûbunun bir sıkıntıya sebep olduğunu ve sözü sıkıcı ve çekilmez hale getirdiğini itiraf etmektedir. Ancak arkasından, bunun sebebinin, tercümeyle yok olan ve asıl metindeki hüsün ve revnakı alıp götüren şey olduğunu ortaya koyar. Bu noktadan hareketle, Kur'ân tercümesinin gerçekte Kur'ân olmadığı ve Kur'ân'ın belagatını ve edebî i'câzını -ki tekrar üslûbu bunlardan biridir- ancak Arapça'dan büyük bir nasibi olan kimselerin anlayabileceğini anlamış bulunuyoruz.
Charlil'in andığı, Bediüzzaman hazretlerinin de tespit edip açıkladığı ve üzerinde çok durduğu iki husus vardır; birincisi, tekrardan kaynaklanan bıkkınlık meselesiyle irtibatlıdır. Doğrusu, herhangi bir söz çok tekrar edilirse, bu bıkkınlığa ve sıkıntıya sebep olur, ancak Allah'ın kelamı böyle değildir, zira O, tekrar edildikçe eskimeyen Kitap'tır. Hadis-i Şerif'te ifade edildiği gibi, hatta tekrar edildikçe yenilenen, güzelliği ve büyüklüğü daha da artan bir kitaptır, bu tekrar onun i'câz vecihlerinden biri haline gelir. Bu bağlamda Bediüzzaman şöyle der: "Kur'ân öyle hakikatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur'ân'ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş." 26. Bu alıntıda Bediüzzaman'a ait benzersiz bir üslûp ile karşılaşmaktayız, kendisi burada derin bir manayı çok somut bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ortaya koyduğu fikri pekiştirmek ve çok somut bir şekilde ortaya koymak için bize somut misaller arzetmektedir, böylece soyut ile somut noktaları bir araya getirmiş ve kullanmıştır. Zira Bediüzzaman, kaynağı Kur'ândaki tekrar üslûbu olan aklî bir lezzeti açıklarken, tekrar edilmesi ve çok yapılması halinde en lezzetli şeylerin dahi, bıkkınlığa sebebiyet vereceği hususuna işaret ediyordu. Bu anlatım çerçevesinde, en lezzetlişeyler diye andığı şey, hissi/somut kavramlar içerisinde değerlendirilmekteydi. Buçerçeve içerisinde hemen zihinlerimiz, Allah Teâlânın İsrailoğullarına yemek olarak verdiği kudret helvası ve bıldırcın etinden müteşekkil en güzel nimetin, içine düştükleri küfürden dolayı, ondan bıkmaya ve sıkılmaya başladıklarını ve Musa (a.s)'a: "Biz tek çeşit yemeğe dayanamayacağız" dedikleri hususunu hatırlamaktadır.27
İkinci husus ise, Kur'ân-ı Kerim'in tercümesinin mümkün olmadığıdır. Bediüzzaman bu gerçeği Risale'lerinin birçok yerinde uygulamış ve Kur'ân-ı Kerim'i tercüme etmek isteyen bazı kimselerin 28, Kur'ân'ın zaruri olmayan tekrarları insanlar tarafından görülsün diye, kötü niyetlerini açığa vurmuş ve onları kararlı bir şekilde ve kesin dille onları reddederek şöyle demiştir: "Kur'ân'ın hakikî tercümesi kabil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabîyerinde Kur'ân'ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur'âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz'î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz" 29. Malumdur ki, kelam lafız ve manalardan oluşmaktadır. Tercüme dediğimiz şey de manayı nakletme gayretinden ibarettir; lafız ve lafzın imâ ettiği hususlar ise tercümesi mümkün olmayan şeylerdir. Nitekimel-Câhizda, şiirin tercüme edilemeyeceğine dikkat çekmiştir, zira "şiir (Arabın hikmeti) başka bir kelama tercüme edilecek olursa, bütün manalar tercüme edilen dile yansıtılsada, kelamın mu'ciz yönünü temsil eden vezin yok olacaktır."30. Geometri, matematik, astroloji ve dilbillim ile ilgili kitaplarda da aynı durum sözkonusudur, "durum böyle olunca, Allah Teâla hakkında caiz olan ve olmayan bilgileri nakleden din ile ilgili bilgiler veren Kitap'lar nasıl böyle olmasınki.. " 31
Tilavetin Tekrarı:
Bediüzzaman Said Nursî, kendisinden önceki müelliflerde hiç rastlamadığım önemli bir hususu gündeme getirmektedir, o husus da, tercümenin bizzat Kur'ân'ı konu edinmesi durumunda sadece lafız ve mana ile sınırlı kalmayacağını, aynı zamanda üçüncü önemli ve latif bir hususun devreye gireceğini, bu hususun da tekrar üslûbuyla ilgili bir husus olduğunu vurgulamaktadır, ancak bu tekrar farklı bir tekrardır: Tilavetin tekrarıdır. Muhatabına iman eksenli manevî bir esinti kazandıran tekrar, bu tekrardır ve bu tekrarın muhataba kazandırdığını hiçbir tercümenin kazandıramaz, zira bu durumda tilavet edilen Allah Kelamıdır. Böylece bu kelamın tilavetinden bir takım feyiz ve bereketler neş'et etmektedir ki, indirildiği apaçık Arapça dışında okunması durumunda söz konusu feyiz ve bereketlerin asgari miktarda gerçekleşmesi hiç mümkün müdür?! Bu tilavet manaya sûret niteliğinde olan lafzı bir adım öteye götüren bir tilavettir, bu tilavet, aynı zamanda manayı da bir adım geçip ruhun derinliklerine kadar sızan bir tilavettir. İşte bütün bunlar tekrar ile perçinleşmektedir. Üstad Nursî kendi şahsi tecrübesini nakletme bağlamında bize şunları ifade eder: "Sûre-i ihlası Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder.
Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-i müşebbi' olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.
Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâzıfları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.
İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır." 32
Son derece önemli olduğu için, uzun olmasına rağmen bu alıntıyı nakletme ihtiyacı hissettiğimi ifade etmek isterim. Yukarıda alıntı yaptığımız metinde Kur'ân-ı Kerim'in tekrar tekrar tilavet edilişinin faziletini beyan ve bunun insanın manevî dünyasında yarattığı rahmâni feyizleri dile getirilmektedir. Aynı şekilde metinde histen akla, oradan kalbe, oradan da bütün bunların ötesinde var olan gizli latifelere uzanan idrak dereceleri tahdid edilmektedir. Buna göre his âlemi duyma safasına gelip durduğunda, akıl manadan hissesini alıp bıkkınlık duymaya başladığında ve kalp de tekrardan nasibini alıp sükûna erdiğinde, söz konusu gizli latifeler canlı ve diri kalır, tekrar onun sadece ışıldamasını arttırır. Bütün bunlar da sadece Allahın Kelam'ını, Peygamber'ine indiği şekilde aynı lafızla okunmasından kaynaklanmaktadır. İşte bunlardan dolayı her tercüme "eksik manalıdır, hatta nakıs ve asıl metni ifade etmekten acizdir" 33
İkinci çeşit tekrar: Kıssaların tekrarıdır, 34 Kur'ân-ı Kerim kıssaları, davet için edebî bir üslûp olarak kabul edilir: "Sana bu Kur'ân'da vahyettiklerimizle, kıssaların en güzellerini anlatıyoruz. Daha önce ise sen bunları bilmiyordun." 35
Davetin merkez noktasında yer aldıkları için Kur'ân-ı Kerim'de en çok yer alan kıssalar peygamber kıssalarıdır. İsrailoğullarının sergilediği inat, küfür ve nankörlükleri tasvir eden Musa (a.s) ile ilgili kıssalar muhtemelen Kur'ân-ı Kerim'de en çok tekrar edilen kıssalardır. Musa (a.s) Kur'ân-ı Kerim sûrelerinin otuzdördünde zikredilmekte olup, O'nunla ilgili kıssalar bazen özet, bazen ayrıntılı bir şekilde verilmektedir. O'nunla ilgili kıssaların ayrıntılı bir şekilde zikredildiği sûreler Tâhâ, Kasas, Bakara, A'râf ve Şuarâ sûreleridir. Bu sûrelerde geçen kıssaları derin bir şekilde teemmül eden kimse, Bediüzzaman'ın "sadece sûrette tekrar vardır" şeklinde tespit ettiği görüşe ulaşır. Dolayısıyla, her sûre bize kıssanın farklı yönlerini sunmakta ve daha önce yer verilmeyen sahneleri işlemektedir. Diğer taraftan, her tekrarda kıssanın farklı bir yönü üzerinde vurgu yapılır; bazen bir kıssada Musa (a.s)'ın doğuşu, yetişmesi, büyümesi ve peygamberliğe mazhar olması üzerinde vurgu yapılırken, bir diğerinde kâfirlerin sergiledikleri inat ve uğradıkları akıbetin tasviri üzerinde yoğunlaşılır, bazen çok farklı bir sahne -Firavun ailesinden eden kimseye ait olan sahne-mü'min sûresinde belirirken, bazen de Tâhâ sûresinde Sâmirî ve İsrailoğullarının buzağısı daha ön plana çıkar ve böylece her anlatımda farklı noktalar üzerinde vurgu yapılır.
Böylece, kıssanın tekrar edildiği her yerde yeni bir mana gündeme gelmekte, tasvir edilen her sahnede yeni bir ibret sahnesi sunulmakta ve her defasında farklı bir mana üzerinde vurgu yapılmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Musa (a.s) kıssası, mesela değişik sûrelerde bir çok defa tekrar edilmektedir, ama bu tekrarların birinde asıl maksat tevhid anlayışını ve duru akideyi perçinlemek şeklinde tecelli ederken, bir diğerinde ilâhî kudretin ispatı ön plana çıkmaktadır. Bazen de kıssa hak ile bâtıl arasında cereyan eden mücadeleyi tasvir edip mü'minlerin elde ettiği sonuç ile, kâfirlerin duçar olduğu akibet daha ön plana çıkarılmaktadır. Bazen de Allah Teâlâ'nın müttakilere inayeti anlatılırken, bir başka yerde dinin bir olduğu ve ilâhî mesajların birden çok olduğu ortaya konmaktadır, bir başka kıssada ise, Allah'a yapılan çağrı metodudun birliği üzerinde durulmaktadır...
Tekrar Üslûbunun Sırları:
İnsan, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrar üslûbunun sırrı ve bu üslûbun diğer beşeri üslûplarda olduğu gibi, bıkkınlığa neden yol açmadığını kendi kendine sorabilir.. Risale-i Nur Külliyatını dikkatli bir şekilde tetkik etmemiz sonucunda, Kur'ân'daki tekrar üslûbunun arkasında birtakım sır, sebep ve etkenlerin varlığını anlarız ki, bunları şöyle özetlemek mümkündür:
Modern edebîyat teorileri edebî bir metni ele aldığı zaman, onu, edebî metnin unsurları olan hitab/söz, sözü söyleyen ve sözü algılayan gibi unsurlardan ayrı olarak ele almamaktadır. Yani sözü, muhatap ve muhatabın sözü algılayış süreci bağlamında ele almaktadır. Tekrar üslûbunun, Said-i Nursî'nin ifade ettiği veçhile, edebî yönünü tahlil ederken, O'nun bu yukarıda saydığımız unsurlara büyük önem verdiğini ve tekrar üslûbundaki i'cazın buna râci olduğunu görürüz.
1-Hitabın/sözün kaynağı: Sözün kaynağının, yani söz sahibinin, bizzat sözün tabiatı üzerinde büyük bir önemi vardır, onun için söz, evvela gücünü sözü söyleyenden alır, sözü söyleyen/söz sahibi Allah Teâlâ olunca da, sözün son derece büyük bir kuvveti ve tesiri söz konusudur. İşte tekrar üslûbu böyle bir kaynaktan gelince, ki o da Allah Teâlâ'dır, o zaman başkasından sâdır olması durumunda aynı tesiri icra edemeyecek büyük bir tesiri olur.
Said-i Nursî, özellikle Kur'ânî hitap şeklinden bahsederken, bu husus üzerinde çok durmuş, ayrıntılı açıklamalarda bulunmuş ve "Tabaka-i kelâmın ulviyeti, kuvveti, hüsnü ve cemâlinin menbaı dörttür: Mütekellim, muhatab, maksat ve makamdır; ediblerin yanıldıkları gibi, sadece makam değildir. Sen, kim söylemiş? Kime söylemiş? Niçin söylemiş? Hangi makamda söylemiş? olduğuna bak" şeklinde izah etmiştir. 36 Onun için Bediüzzaman "Kur'ân-ı Kerîm başka kelamlara kıyas edilmez" şeklinde bir sonuca varmıştır 37, çünkü, "Hakiki ve nâfiz bir emir, kudret ve iradeyi tazammun eder." 38
2- Hitabın tabiatı: Sözün kaynağı ile irtibatlı olan ikinci hususta hitabın/sözün tabiatıdır. Sözün kaynağı Allah Teâlâ olunca, sözün tabiatı da İlâhî olmaktadır. Bundan dolayı da söz hem kuşatıcı hem de çok çeşitli olmuştur. Tekrar üslûbu da bu çeşitliliğin ve kuşatıcılığın tabii bir sonucu olarak varid olmuştur, zira Kur'ân-Kerim "Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet, zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla. bir nevi i'câzını göstermiştir." 39
3- Hitabın / sözün yenilenmesi: Kıyamet gününü yalanlayan kâfirler Hz. Peygamber'i (s.a.v.) farklı yalanlama üslûplarıyla karşılıyorlardı: Bazen mükerrer veya birbirine benzer sorular soruyorlardı ki, bu tür bâtıl şüphelere karşılık vermek ve şekil itibariyle mükerrer, içerik itibariyle yeni olan bu sorulara cevap vermek gerekiyordu. Söz konusu inatçı kâfirlerin en çok karıştırdıkları şüphelerden biri de öldükten sonra dirilme meselesidir. Biz meseleyi tetkik ettiğimizde, Kur'ân-ı Kerim'in bu konuda çok ayrıntılı bilgilere yer verdiğini ve söz konusu sapık ve kâfir kimselerin iddialarını çok somut şekillerde çürüttüğünü görürüz. Misal olmak üzere şu ayetleri zikredebîliriz: İnsan: "Çürümüş kemikleri kim yaratacak" diyerek, Bize misal vermeye kalkar? De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." (Yâsin, 78-79); Şaşacaksan, onların: "Biz toprak olunca mı yeniden yaratılacağız?" demelerine şaşmak gerekir.(Ra'd, 5); Puta tapanlar: "Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?" derler. Evet; onlar, Rab'lerine kavuşmayı inkar edenlerdir.(Secde, 10); Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler. (Kâf, 15); İnkar edenler, insanlara: "Size, siz parça parça dağılıp yok olduğunuz zaman yeniden dirileceğinizi haber veren bir adam gösterelim mi?(Sebe', 7); . "Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler. (İsrâ, 49 ve 78)
Bediüzzaman şöyle der: "İhtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumu haysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere (Kur'ân-ı Kerîm) cevap vermiştir." 40
4- Muhatabın yenilenmesi: Hitap muhatabın yenilenmesiyle yenilendiği gibi, soruların yenilenmesiyle de yenilenir. Kur'ân-ı Kerim asırlar boyu bütün insanlık için bir hidayet Kitabıdır. Onun ayetlerini inkar eden inatçı kâfirler de her asır yenilenmektedir. İşte mekan ve zaman itibariyle uzakta bulunan bu gruplara hitap etmek üzere Kur'ân-ı Kerim'deki tekrar üslûbu sanki yenilenmiş olmaktadır, onun için Kur'ân-ı Kerîm'i "mükerrer suallere cevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren" 41 bir kitap olarak buluyoruz.
5- Mana ve ibretlerin yenilenmesi: Kur'ân-ı Kerim, beliğ tek bir cümleyi veya herhangi bir kıssayı tekrar etmek sûretiyle mana ve ibretleri bir daha yenilemektedir."O halde Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinin veya kıssalarının her tekrarında yeni bir mânâ ve yeni bir ibret vardır." 42
6- İfade şeklinin yenilenmesi: Kur'ân-ı Kerim'in ele aldığı cüz'i hadiselerin sadece belli zaman ve şahıslarla irtibatlı olduğu düşünülebilir. Ancak derin bir tetkik Kur'ân-ı Kerim'de yer alan i'caz vecihlerinden birinin "Cüz'î ve âdi bir hâdisede en cüz'î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi nazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i İslâmiyette ve tedvin-i şeriatta Sahabelerin cüz'î hadiselerini dahi nazar-ı ehemmiyete almasında, hem küllî düsturların bulunması, hem umumî olan İslâmiyetin ve şeriatın tesisinde o cüz'î hadiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyveleri verdikleri cihetinde de bir nevi i'câzını gösterir." 43 olduğunu ortaya koyar. Böylece, şartların, zamanın ve insanların yenilenmesiyle, ifade şeklinin yenilendiği görülür.
Tekrar üslûbunun formları:
Kur'ân-ı Kerim'deki tekrar üslûbu, hitap ettiği kimseler noktasında bir takım aşamalar halinde varid olmuştur ki, bu formları şöyle
sıralayabiliriz:
1- İspat: Bu formda ifade edilen hitap, inatçı münkirlere yöneltilmiştir. Tekrar üslûbu bu formda, söz konusu kimselerin inkar ettiği hususları ispat etme maksadıyla, ancak azar ve tektir üslûbuyla ifade edilir. Bu formda ispat edilmeye çalışılan en önemli husus, Allah Teâlâ'nın Uluhiyyeti, Vahdaniyyeti, Kudreti ve İhatasıdır. Böylece Kur'ân-ı Kerim "Zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz'iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek." 44
Mananın pekişmesi: Burada hitap mü'minlere yöneltilmekte olup, bir takım manaları zihinlerine yerleştirmeyi ve imanlarını arttırmayı hedeflemektedir. Kur'ân-ı Kerim kendi irşadlarını insanlara defalarca tekrar etme yoluna gider. Meselâ şu mânâyı zihinlere yerleştirmek ve kalblere tespit ettirmek için defalarca tekrar eder: "Koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak" 45
3- Beyan/izah: Tekrar üslûbu İbn Raşik'in ifade ettiği gibi, beşer kelamında bazen iyi bazen de kötü kabul edildiği halde, değişik formlarıyla Kur'ân-ı Kerim'de yer alan tekrar, edebî formların en iyisini temsil eder. Onun için Kur'ân-ı Kerim, söz konusu cümle ve ayetleri "Kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhiyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek." 46 İşte bunun gibi yerlerde de tekrar eder. Bu noktadan hareketle şu sonuca varıyoruz: "Binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i'caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir." 47
Tekrar üslûbunun hikmeti:
Kur'ân-ı Kerim'deki tekrar üslûbunun tamamen belagat dolu olduğunu, tekrarın sadece lafızdan ibaret olduğunu ve herhangi bir bıkkınlığa sebep olmadığını ortaya koyduktan sonra, bu edebî hakikatin hikmetinin ne olduğunu kendi kendimize sormamız gerekir. İşte bu soruya cevap olarak Risale-i Nur'un değişik yerlerinde ayrıntılı ve doyurucu cevaplar bulabiliriz: Cümle ve ayetlerin tekrarının arkasında hikmet vardır, kıssaların tekrarının arkasında yatan bir hikmet vardır, Kur'ân-ı Kerim'in ahiret meselelerini ispat etmek, tevhidi telkin etmek ve beşeri ödüllendirmeye yönelik ileri sürülen binlerce delillerin arkasında hikmet vardır...
Kur'ân-ı Kerim tek bir sayfada, açıkça veya zımnen, tevhid gerçeğini yirmiden fazla vurgular. Bunu da makam gerektirdiği, muhatap ihtiyaç duyduğu ve beyan-ı belagat iktiza ettiği için gerçekleştirir. Bunun zımnında yatan hikmet, tekrar üslûbu ile, okuyucuyu tekrar tekrar kendisini tilavet etmeye şevklendirmektir, edebî gücü ve üstün belâgatı ile hiçbir bıkkınlığa meydan vermeden yerine getirir. 48
Daha sonra "Herbiri birer küçük Kur'ân olan ekser uzun sûre ve mutavassıtlarda ve çok sayfa ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, belki Kur'ân, mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun eder." 49 Onun altında yatan hikmet de şudur: "Rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebîrinin bir nevi kıraati olan Kur'ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sayfada çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve iman hakikatlerinden ders verir." 50
Kur'ân-ı Kerim: küfredenler için cehennem ateşi vardır (Fatır,36); zalimler için elim bir azap vardır (İbrahim,22) gibi ve benzeri inzâr ve tehdit ayetleri defalarca tekrar eder.
Bu tekrarın altındayatan hikmette"Beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlûkatın hukuklarına öyle bir tecavüzdürki, semavatı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getirip tufanlarla o zâlimleri tokatlıyor."51
Kıssaların, özellikle peygamber kıssalarının tekrarına gelince, Bediüzzaman bu hikmeti şöyle ifade etmiştir: "Asâ-yı Mûsâ gibi çok hikmetleri ve faydaları bulunan kıssa-I Mûsâ'nın (a.s.) ve sair enbiyanın (a.s.) kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) hakkaniyetine bütün enbiyanın nübüvvetlerini bir hüccet gösterip 'onların umumunu inkar edemeyen, bu zâtın risaletini hakikat noktasında inkâr edemez" 52 O halde onların zikredilmesi, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) ispatı için delildir.
Bu birinci hikmetten sonra diğer bir hikmet vardır ki, o da şudur: "Herkes her vakit bütün Kur'ân'ı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, herbir uzun ve mutavassıt sûreyi birer küçük Kur'ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı imâniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf, belki muktaza-yı belâgattir ve hâdise-i Muhammediye (a.s.m.) bütün benî Âdemin en büyük hadisesi ve kâinatın en azametli meselesi olduğunu ders vermektir." 53 Böylece Bediüzzaman Said Nursî'nin istimbat ettiği üzere tekrar üslûbunun en önemli özellikleri şunlar olmaktadır:
1- Kur'ân'daki tekrar, usanma ve bıkkınlık vermeyen, tam aksine tekrar edildikçe güzelliği ve revnaklığı artan bir tekrardır.
2- Sadece lafız ve sûret noktasında tekrar söz konusu olup gerçekte, mana itibariyle tekrar yoktur ve söz konusu tekrar üslûba devamlı bir yenilenme ve aktivite kazandırmaktadır.
3- Üslûb'da yer alan tekrarların hepsi mu'cizdir ki, o da mu'ciz olan beyan vecihlerinden bir vecihtir.
Kanaatimce bu konuyu en güzel bir şekilde noktalayacak olan, yine Bediüzzaman'ın bizzat kendisidir: "İşte Kur'ân'nın tekrar edilen hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mucize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder-meğer maddiyunluk tâunuyla marız-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola! 'Kör adam, güneşin ışığını bilmez. Hasta ağız da suyun tadını almaz' kaidesine dahil olur." 54
---------------------------------
DİPNOTLAR:
2 Mu'cemu Mekâyîsi'l-Luğa, kerra maddesi.
3 İslâhu'l-Mantık, kerra maddesi.
4 Lisânü'l-Arab, kerra maddesi.
5 Mu'cem Müfredât elfâz el-Kur'ân, kerra maddesi.
6 el-Umde, s.683.
7 A.g.e, s.690
8 A.g.e, s.686
9 A.g.e, s.693
10 A.g.e, s. 691 vd.
11 el-Mürşid ilâ Fehmi Eş'âr el-Arab, s.494
12 A.g.e, s.495
13 A.g.e ve yer.
14 A.g.e, s.496
15 Kadâya eş-Şi'ri'l-Muâsır, s. 241
16 Daha geniş bilgi için adı geçen eserin ikinci bölümünde yer alan ikinci ve üçüncü başlıklara müracat edilebilir.
17 İ'câzü'l-Kur'ân, s.106.
18 Risale-i NurKülliyatı,s. 972.
19 Risale-i NurKülliyatı,s. 973.
20 El-Umde, s. 683.
21 A.g.e, s.685.
22 Risale-i Nur Külliyatı, s. 972.
23 A.g.e ve yer.
24 Risale-i Nur Külliyatı, s. 972.
25 Kitâbü'l-Ebtâl, s. 91-92.
26 Risale-i Nur Külliyatı, s. 912.
27 "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" (Bakara, 2:61)
28 SaidNursî, şöyle der: "Bundan 12 sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur'ân'a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: 'Kur'ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.' Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı." Risale- Nur Külliyatı, s.976.
29 Risale- Nur Külliyatı, s. 976.
30 el-Hayavân, 1/75.
31 A.g.e, 1/77.
32 Risale-i Nur Külliyatı, s. 508.
33 A.g.e ve yer. Yine Bediüzzaman şöyle der: "Kur'ân-ı Hakîmin hakikî tercümesi kabil olmadığını Yirmi Beşinci Söz ispat etmiştir. Hem mânevî i'câzındaki ulviyet-i üslûp ise tercümeye gelmez. Mânevî i'câzında olan ulviyet-i üslûp cihetinden gelen zevk ve hakikati beyan ve ifham etmek pek müşkül." Risale-i Nur Külliyatı, s. 534.
34 Risale-i Nur Külliyatı, s. 973.
35 Yusuf Sûresi, 12:3.
36 Arapça Mesnevî-i Nuriye, s. 78.
37 A.g.e ve yer.
38 A.g.e ve yer.
39 Risale-i Nur Külliyatı, s. 973.
40 A.g.e ve yer.
41 A.g.e ve yer.
42 A.g.e ve yer.
43 A.g.e ve yer.
44 A.g.e ve yer.
45 A.g.e ve yer
46 A.g.e ve yer
47 A.g.e ve yer.
48 A.g.e ve yer.
49 Risale-i NurKülliyatı,s. 975.
50 A.g.e ve yer.
51 A.g.e ve yer.
52 A.g.e, s. 976.
53 A.g.e, s. 537.
54 A.g.e ve yer.
