Edebî Sanatlar

Anlama
Dayalı Söz Sanatı
Mübalağa (Abartma)
Herhangi bir durumu, olayı ya da gerçeği olduğundan daha
büyük ya da küçük göstererek anlatma yöntemine mübalağa (abartma) denir.
Sanatçı bununla okuyucunun zihninde iz bırakmayı, onu
etkilemeyi amaçlar. İnsanın doğasında vardır, kendisini heyecanlandıran bir
olayı, heyecanına göre büyüterek ya da küçülterek aktarır. Burada amaç, içinde
bulunduğu duygu yoğunluğunu, heyecanı anlatmaktır.
Yukarıda da belirtildiği üzere Mübalağa Edebiyatta herhangi
bir şeyi tasvir veya tarif ederken olduğundan fazla veya eksik göstermek
suretiyle yapılan sanata denir. Mübalağa
sanatında normal ölçülerin sınırım aşmak esastır. Edebiyatta genellikle
övme veya yerme yapılacağı zaman mübalağa'ya baş vurulur.
Mübalağa sanatında gaye, ifade edilmek istenen duygu ve
düşünceyi daha tesirli kılmaktır.
Mübalağa yapılırken incelik ve güzellikten uzaklaşılmamalı,
gülünç durumlara düşülmemelidir.
Mübalağa sanatı akla ve mantığa yakın veya uzak oluşuna göre
isimler alır: Yapılan mübalağa akla uygun düşüyorsa tebliğ, aklımızca olabilir kanaatini uyandırıyorsa iğrak, aklımızca olması imkansız
görünüyorsa gulüv adını alır. Bu
sınıflamaya göre birinci guruba giren mübalağalara makbul, ikinci guruba girenlere makbul görülebilir, üçüncü guruba girenlere ise makbul olmayan mübalağa denir.
Mübalağa Sanatına Örnekler:
Bizler de ister farkında olalım, ister olmayalım günlük
yaşamımızda abartmadan sıkça yararlanmaktayız. Örneğin buluşacağımız kişi üç
beş dakika buluşma yerine geç geldiğinde, bunu “Sabahtan beri seni bekliyorum.”, “Bekleye bekleye ağaç olduk.” gibi sözlerle abartarak ifade ederiz.
Yine soğuktan biraz etkilendiğimizde bu durumu “dondum”, zayıf birini gördüğümüzde onun zayıflığını “Bir deri bir kemik” deyimi ile,
hoşumuza giden bir söz ya da fıkraya olan tepkimizi “Güle güle öldük.” sözleri ile anlatırız. “Çantayı taşımaktan kolum koptu.”Bu cümlede kişi, kolunun fiziksel
olarak koptuğunu değil, “çok yorulduğunu” abartma yaparak anlatmaktadır.
Bütün bunlar bizim etrafımızdaki nesne, durum ya da olayları
olduğundan az ya da çok göstererek anlattığımız anlamına gelir.
Abartmadan daha çok
övgüde, yergide ve sevginin ifade edilmesinde yararlanılır. Bunlar şairin
hayal dünyasını göstermek istemesini de ekleyebiliriz.
“Mehmet’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir”
Bu dizelerde şair, Mehmetçiğin vatanın kurtarmak için
düşmanlara karşı verdiği mücadeleyi abartarak anlatmış, böylece içindeki
heyecanı dışa vurmuş, okuru da kendi heyecanına ortak etmek istemiştir: Vatan
mücadelesinde Mehmetçik o kadar kan akıttı ki, düşman onun akan kanının selinde
boğuldu.
Sevinçten göklere zıpladım.
Gittiğini duyunca bir kez daha
öldüm.
Bir ah çeksem, karşıki dağlar
yıkılır.
Korkudan, yüreğim ağzıma geldi.
Bir bakışın yüreğimi deldi
geçti.
Ey bu topraklar için toprağa
düşmüş asker!
Sana dar gelmeyecek makberi
kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem
sığmazsın.
(M. Akif Ersoy)
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek
hevesiyle
(Y.Kemal Beyatlı)
Ölüm indirmede gökler ölü
püskürmede yer
0 ne müthiş tipidir savrulur enkâz-ı
beşer
(M. Âkif Ersoy)
Bir şulesi var ki şem-i canın
Fanusuna sığmaz asmanın
(Şeyh Galip)
Merkez-i hâke atsalar da bizi
Kürre-i arzı patlatır çıkarız.
(Namık Kemal)
Dövüşüyorduk Üç Şehitler’imizde
Zorluyordu derya gibi düşman
Attığım boşa gitmiyordu
Lüzumsuzdu nişan.
(F. Hüsnü Dağlarca)
Abartmanın oluşması
için, söz konusu özelliğin, mantığın sınırlarını zorlayacak biçimde büyütülmesi
gerekir. Böylece mecaz da oluşur.
Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
Alem sele gitti gözüm yaşından.
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
*
MÜBALAĞA
Mübalağa, edebî bir üslûp yahut şairane bir duyarlık
çerçevesinde yapıldığında okuyucuda bir heyecan uyandırır. Edipler ve şairler,
duygu ve heyecanları tabii boyutlarının dışına taşıyıp muhatabın zihninde
kuvvetli bir iz bırakmak istediklerinde mübalağaya başvurur, böylece anlatmak
istedikleri şeyi ya büyüterek veya küçülterek ya da ona uygun bir çağrışımla
etkili bir teşbihte bulunup mübalağa kalıbına dökerler.
Burada önemli olan husus, sanatkârın heyecanıyla yaptığı
mübalağa arasında bir nisbet ve letafetin bulunmasıdır.
Bir edebî sanat olarak mübalağanın yapmacıktan uzak, zarif
ve nükteli olması gerekir.
Gerçeği aşan bir söz güzel ve etkili bir hayalle
çerçevelenmiyorsa mübalağa soğuk düşer ve ifade bayağılaşır.
Eski belâgat kitaplarında “izâm” başlığı altında ve ifrat,
tefrit, iktisad, istidrak ile birlikte kullanılan mübalağa belâgat ilminin
ihtilâflı konularındandır. Çünkü düşüncenin değerine uygun ifade bulunamadığı
veya istenilen şekilde ifade edilemediği zamanlarda olduğu gibi söze değer
katmak gerektiği durumlarda da mübalağaya başvurulabilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de
mübalağanın sıkça kullanılmış olması, ayrıca teşbih, istiare ve kinaye
sanatlarıyla doğrudan ilişkili bulunması şairleri mübalağalı ifadeler
kullanmaya yöneltmiş, giderek mübalağalı sözlerin daha etkili olacağı fikri
benimsenmiştir.
Mübalağanın güzelliği teşbih unsurunun ön planda olması, bir
şart cümlesiyle ifade edilmesi, yergi veya övgü amacıyla kullanılması, içinde
güzel bir hayal barındırması gibi hususları ihtiva etmesiyle ölçülür.
Belâgat kitaplarında mübalağa ifadedeki aşırılığın
derecesine göre tebliğ, iğrâk ve gulüv şeklinde üç kısma ayrılarak incelenmiş,
akla yatkın ve âdete uygun mübalağaya tebliğ, akla uygun olmakla birlikte âdete
uygun bulunmayan, gerçekle çelişen mübalağaya iğrâk, akla ve âdete uygun
olmayan mübalağaya da gulüv adı verilmiştir. Tebliğ, muhatabın hayal gücünü
okşayarak tarif veya tasvir edilen şeyin daha iyi kavranmasını sağlaması
bakımından mübalağanın en makbul türü sayılır. Fuzûlî’nin, “Ey Fuzûlî çıksa can
çıkmam tarîk-i aşktan / Rehgüzâr-ı ehl-i aşk içre kılın medfen bana” beyti bu
tür mübalağaya örnektir. Çünkü canı pahasına aşktan dönülmemesi ve mezarların
yol kenarlarına yapılması akla da göreneğe de uygun düşmektedir. Nâbî’nin, “Âb
akmada mânend-i cinan ravzalarından / Sahnında gönül olmada bülbül gibi nâlân”
beytinde de böyle bir mübalağa vardır. İç açıcı bir bahçeden akan suların
cennet tasvirlerine benzetilmesi ve orada insan gönlünün bülbül gibi coşması
mümkün ve akla uygundur.
Belli bir nükte taşıyan iğrâk örnekleri de belâgatçılar
tarafından makbul sayılmıştır. Ahmed Paşa’nın, “Hey kıyâmet gel hesâbın gönlüme
sor zülfünün / Elli bin yıldan uzundur her şeb-i hicran ona” beytinde böyle bir
mübalağa söz konusudur. Bir gecenin uzunluğunun elli bin yıl gibi bir zaman
hesabıyla ölçülmesi akla uygunsa da böyle bir kıyaslama âdete aykırıdır.
Bâkî’ye ait, “Kāmetin yâdına bir âh edeyim kim dûdu / Gülşen-i aşkına bir
serv-i hırâmân olsun” beytinde sevgilinin boyunu hatırlayınca ah etmek, ayrıca
gül bahçelerinde servilerin bulunması akla ve geleneğe uygundur; ancak ağızdan
çıkınca göklere doğru yükselip giden buğunun bir duman gibi düşünülüp bahçede
servi olarak bir yerde çakılı durup salınması gerçeğe aykırıdır.
Güzel bir nükte yahut latif bir söyleyişi ihtiva etmiyorsa
gulüv türü mübalağa makbul sayılmaz. Nef‘î’nin, “Erdi bir gāyete te’sîr-i hevâ
kim bir mûr / Bir dem-i germ ile eyler yedi deryâyı serâb” beytinde görüldüğü
gibi bir karıncanın nefesiyle denizleri kurutması akla uygun olmadığı için bu
beytin muhatapta bıraktığı etki pek hoş değildir; dolayısıyla beyitteki
mübalağa gulüvvün makbul olmayan bir türü sayılır. Edep dairesini veya dinî
sınırları aşan mübalağalar da gulüv cinsinden kabul edilmiştir. Öte yandan
ihtiva ettiği nükte bakımından insanı hayrete düşüren gulüvler de vardır.
Nedîm’in, “Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder / Nâzenînim sâye-i hâr-ı
gül-i dîbâ seni” beytinde böyle ince bir nükte mevcuttur. Çünkü ipekten
incinmek hem akla hem göreneğe aykırıdır. Bununla birlikte bir şairin sevgilisine
zarafet, nezaket ve narinlik yakıştırması ancak bu derece güzel olabilir.
Belâgatçılar latife yollu yazılmış gulüv örneklerini de makbul saymıştır.
Zâtî’nin, “Eyitti ol
perî bir gün düşüne girerim bir şeb / Sevincimden nice
yıllar geçiptir görmedim uyku” beyti bu tür mübalağaya güzel bir örnektir.
Uyuyabilse sevgilisini rüyasında görebilecek olan âşıkın sevinçten uykularının
kaçması hoş bir nükte kabul edilir.
Mübalağada maksadın tam olarak ifade edilmesi önemlidir. Bir
sanatkâr, mübalağanın hangi türünü kullanırsa kullansın eğer maksadını güzel ve
etkili biçimde ifade edebiliyorsa mübalağası başarılı sayılır. Buna göre
sanatkâr, kendi heyecanını muhatabına duyurabildiği sürece mübalağayı gulüv
derecesinde yapmış olsa da başarılıdır.
Divan şairleri geniş hayal dünyalarını anlatabilmek için sık
sık mübalağaya başvurmuşlar, özellikle methiye, fahriye ve hicviye yazarken
güzel mübalağa örnekleri ortaya koymuşlardır. Bu şairler içinde mübalağanın en
makbul örneklerini övme, övünme ve yerme hususunda üstat kabul edilen Nef‘î
vermiştir.
Nâmık Kemal’in tebliğ için “makbul”, iğrâk için “mâkul”,
gulüv için “medhul” dediği meşhurdur.
Şeyh Galib Nâbî’yi eleştirirken, “Hem bir dâhî bu kim ol
sühan-sâz / İğrâkda mürg-ı pest-pervâz” diyerek onun mübalağa konusunda
iğraktan öte geçemediğini, bunun da bir şair için eksiklik sayıldığını ima
eder.
BİBLİYOGRAFYA:
Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı (İstanbul 1943), İstanbul
1984, s, 481; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s.
197; S. Kemal Karaalioğlu, Türkçe ve Edebiyat Sözlüğü, İstanbul 1962, s. 102;
Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 105-106; Necmeddin Şahiner,
Edebî Sanatlar, İstanbul 1975, s. 29-30; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir
Bilgisi, Ankara 1983, s. 447-449; M. Orhan Soysal, Edebî San’atlar ve
Tanınması, İstanbul 1992, s. 64-66; İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî Sanatlar,
İstanbul 1992, s. 105-108; Numan Külekçi, Açıklamalar ve Örneklerle Edebî
Sanatlar, Ankara 1993, s. 149-156; İskender Pala, Şairlerin Dilinden, İstanbul
1996, s. 226-231; a.mlf., Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s.
298; M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s.
198-202; Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Ankara 2004,
s. 330-332; W. Heinrichs, “Mübālaҗћa”, EI² (İng.), VII, 277; “Mübalağa”, TDEA,
VI, 462-463.
İskender Pala
http://www.fizan.net/mubalaga.html
*
DİVAN ŞİİRİNDEN ÖRNEKLERLE MÜBALAĞA
SANATININ MİZAHLA İLİŞKİSİ
...
Mübalağa sanatı, abartının yönüne göre ise ifrat ve tefrit olarak ikiye ayrılır. Bir nitelik veya durum olduğundan daha
fazla gösterilerek anlatılıyorsa yapılan bu mübalağa ifrat, daha az
gösterilerek anlatılıyorsa tefrit olarak adlandırılmıştır
Belagatçiler arasında makbul olup olmaması noktasında tartışmalı
olan mübalağa sanatının, özellikle gulüv niteliğinde olanları pek kabul görmemiştir.
Gulüv türündeki mübalağalar, edep dairesinde kalmak, toplum vicdanını
yaralamamak, hayale şiddet katarak güzelliği artırmak, teşbih amacının
gözetildiğinin açık olması, şart cümlesi ile ifade edilmesi ve hezel makamında
kullanılması gibi özelliklerden birini taşıdığı sürece makbul sayılmıştır.
Zaten “Mizahçının oluşturduğu
mizahî formun, okuyucunun zihninde bir şok etkisi yapması lazımdır. Bunun için
de mizahtaki ifade biçimi, alışılageldiğinden farklı olmalıdır. Çünkü
tamamı aynı renkten olan bir ortamda farklılık hissedilmez, ancak farklı bir
renk varsa o renk, insanların zihninde hemen kendini gösterir”. Dolayısıyla
“Olduğu gibi, olması gerektiği gibi ya da olması gerektiğini beklediğimiz ve düşündüğümüz
şeylerin vaziyeti içerisinde mevcut çelişkileri ansızın kavramamız gülmeye
sebep olur ve bu durum karşısında oluşan tavrımız da gülme veya gülümsemeyi oluşturur.”
Mübalağa, anlatımın
etkisini güçlendirmek, muhatabı etkilemek veya ikna etmek amacıyla şairlerin
daha çok medhiye, fahriye ve hicviyelerde başvurdukları bir sanattır.
Tanımından da anlaşılacağı üzere, anlatılan nitelik veya durumun sınırlanma
imkânı ortadan kalktığından, mübalağa sanatı bir şairin hayal gücünün genişliğini
göstermesi bakımından da önemlidir.
...
Ülkü Çetinkaya
http://turkishstudies.net/Makaleler/931629584_4%C3%87etinkaya%20%C3%9Clk%C3%BC.pdf
Test
1.
(I) Dünyanın güzelliği senden arta kalandır; seni
sevmekten gayrı, her ne varsa yalandır. (II) Her aşkın sonunda gözyaşı vardır,
akar damla damla sel olur gider. (III) Yanılıp derdime derman katasın, dünya
sele gitti gözüm yaşından. (IV) Köyün girişinde karşılamak için beni, dizilmiş
sıra sıra köyün tüm selvileri. (V) Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır, bugün
posta günü canım sıkılır.
Yukarıda numaralanmış
cümlelerin hangisinde “mübalağa” sanatına
baş vurulmamıştır?
A)
I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
*2
I. Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan
değil gerçektir ben de gördüm tozunu
II.
Vurdukça efelerin yere çıplak dizleri
Korkudan
dağların uçuyor benizleri
III.
Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm
yaşı değirmeni yürütür
IV.
Aramazdık mehtabı yüzün parlarken
Bir
uzak yıldıza benzerdi güneş sen varken
V.
Balık baştan kokar demiş atalar
Artık
kuyruğu da koptu emmoğlu
Yukarıda numaralanmış yerlerin
hangisinde mübalağa (abartma) sanatı yoktur?
A)
I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
*
3.Aşağıdaki dizelerin özellikle hangisinde bir abartma vardır?
*
3.Aşağıdaki dizelerin özellikle hangisinde bir abartma vardır?
A) Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm yaşı değirmeni yürütür
B) Bu topraklar ecdadımın ocağı
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı
C) Ne doğan güne hükmüm geçer
Ne halden anlayan bulunur
D) Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
E) Yükseğinde büyük namlı karın var.
Alçağında mor sümbüllü bağın var
*
4. Aşağıdaki dizelerden hangisinde mübalağa (abartma) sanatı vardır?
Cevap anahtarı: 1.D, 2. E,3.A, 4. D, 5. D, 6. A, 7.A,4. Aşağıdaki dizelerden hangisinde mübalağa (abartma) sanatı vardır?
A) Ne güzelmiş çiçekler, gözlerime gülüyor
B) Dökülmüş yapraklar, toprak sararmış
C) Demek ki senin için aşk değil, yalan idim
D) Dünyanın güzelliği senden artakalandır.
E) Dost bildim kendime yüce dağları
*
5. Aşağıdaki dizelerin hangisinde "abartma" sanatı yapılmıştır?
A) Gölgeler cenneti olmuştu bütün karşıki yar
Gölgelenmişti kayıtsız uyuyan genç adalar
B) Şimdi başıboş sebilden selviler bir şey sorar
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
C) Süngümü demir gibi, ellerimle kavradım
Şanlara, zaferlere yürüdüm adım adım
D) Sırtımda taşınmaz yükü göklerin
Herkes koşar, zıplar ben yürüyemem
E) Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Gölgelenmişti kayıtsız uyuyan genç adalar
B) Şimdi başıboş sebilden selviler bir şey sorar
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
C) Süngümü demir gibi, ellerimle kavradım
Şanlara, zaferlere yürüdüm adım adım
D) Sırtımda taşınmaz yükü göklerin
Herkes koşar, zıplar ben yürüyemem
E) Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
*
6. Güllü elbise giymişsin seni rahatsız eder
Elbisenin gülünün dikeninin gölgesi
Elbisenin gülünün dikeninin gölgesi
Yukarıdaki beyitte
aşağıdaki söz sanatlarının hangisine yer verilmiştir?
A)
Mübalağ
B) Tedriç
C)
Tekrir
D) Tenasüp
E) Aliterasyon
*
7. Aşk ateşi gir kanıma
Beni yakıp yandırmaya
Yedi deniz suyu yetmez
Bu ateşi söndürmeye
Beni yakıp yandırmaya
Yedi deniz suyu yetmez
Bu ateşi söndürmeye
Yukarıdaki dörtlükte
belirgin olan iki söz sanatı aşağıdakilerin hangisinde verilmiştir?
A) Mübalağ -
tezat
B) İstiare - teşbih
C) Tenasüp -
mübalağ
D) Tezat - teşbih
E) Tedriç – teşbih
*
====================
Kaynaklar:
http://www.fizan.net/mubalaga.html
http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=141221
http://www.fizan.net/mubalaga.html
http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=141221
http://turkishstudies.net/Makaleler/931629584_4%C3%87etinkaya
pdf
http://www.dil-bilgisi.net/konular/edebi-turler-soz-sanatlari/soz-sanatlari/
http://www.turkcebilgi.com/m%C3%BCbala%C4%9Fa
http://www.edebiyatogretmeni.org/mubalaga-abartma/
http://www.edebiyatfakultesi.com/edebi-sanatlar/Ek okuma
Kur´an ve hadislerde mübalağa var mıdır? Varsa mübalağa yalanın bir türü değil midir?
Cevap
Mübalağa bir çeşit edebi sanattır. İnsanların kullandığı dil, Kuran ve hadislerde geçen bazı hususları ifade etmekte eksik ve yetersiz kaldığında mübalağa sigası kullanılmıştır. Haşa bu bir yalan değil aksine dilin anlatmakta aciz kaldığı manayı akla yaklaştırmak için tercih edilen bir üsluptur.
Mübalağayı, "açıklama amacıyla anlamın dildeki aslî haline göre büyük ve çok olduğunu göstermek" şeklinde tanımlayan Rummânî, Kur'an'da yer alan altı mübalağa şeklini şöylece sıralamıştır:
1. Mübalağa sîgalarıyla. Gaffar, tevvâb, rahman, rahîm, vedûd, kadîr, alîm gibi. Ziyâeddin İbnü'l-Esîr ve Mağribî, bu tür sıfatların Allah hakkında mübalağa ifade etmeyeceğini, çünkü İlâhî sıfatların nihayetsiz bir kemale sahip bulunduğunu, ayrıca mübalağanın artma-eksilme, büyüme-küçülme özelliği bulunan sıfatlarda gerçekleştiğini, Allah'ın sıfatlarının ise bundan münezzeh olduğunu söylemiştir. (el-Meselü's-sâ'ir, III, 191; Mevâhibü'l-fettâh, II, 558)
2. Özelin yerine genel sîganın kullanılması. Kur'an'da "Her şeyin yaratıcısı" (el-En'âm 6/ 102) ifadesi gibi.
3. En büyük olandan haber verme. "Rabbinin varlığının delilleri geldi" yerine "Rabbin geldi" (el-Fecr 89/22) denilmesi gibi.
4. Mümkünü mümkün olmayan şeklinde ifade etme. "Onlar, deve (veya halat) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler" (el-A:râf 7/40) âyeti gibi.
5. Tartışmada mutedil bir üslûp kullanmak amacıyla sözü ihtimalli biçimde söyleme. "O halde biz veya siz, ikimizden biri ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir" (Sebe' 34/24) âyeti gibi.
6. Cevap ifadelerinin anlatımdan çıkarılması. Bu durum cevabın farklı yönleriyle düşünülmesini gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa belirtir."Ateşin karşısında durduruldukları... zaman onları bir görseydin" (el-En'âm 6/27) âyeti gibi. (bk. TDV, İslam Ansiklopedisi, İstanbul-2006, MÜBALAĞA mad., c. 31, s. 426)
1. Mübalağa sîgalarıyla. Gaffar, tevvâb, rahman, rahîm, vedûd, kadîr, alîm gibi. Ziyâeddin İbnü'l-Esîr ve Mağribî, bu tür sıfatların Allah hakkında mübalağa ifade etmeyeceğini, çünkü İlâhî sıfatların nihayetsiz bir kemale sahip bulunduğunu, ayrıca mübalağanın artma-eksilme, büyüme-küçülme özelliği bulunan sıfatlarda gerçekleştiğini, Allah'ın sıfatlarının ise bundan münezzeh olduğunu söylemiştir. (el-Meselü's-sâ'ir, III, 191; Mevâhibü'l-fettâh, II, 558)
2. Özelin yerine genel sîganın kullanılması. Kur'an'da "Her şeyin yaratıcısı" (el-En'âm 6/ 102) ifadesi gibi.
3. En büyük olandan haber verme. "Rabbinin varlığının delilleri geldi" yerine "Rabbin geldi" (el-Fecr 89/22) denilmesi gibi.
4. Mümkünü mümkün olmayan şeklinde ifade etme. "Onlar, deve (veya halat) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler" (el-A:râf 7/40) âyeti gibi.
5. Tartışmada mutedil bir üslûp kullanmak amacıyla sözü ihtimalli biçimde söyleme. "O halde biz veya siz, ikimizden biri ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir" (Sebe' 34/24) âyeti gibi.
6. Cevap ifadelerinin anlatımdan çıkarılması. Bu durum cevabın farklı yönleriyle düşünülmesini gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa belirtir."Ateşin karşısında durduruldukları... zaman onları bir görseydin" (el-En'âm 6/27) âyeti gibi. (bk. TDV, İslam Ansiklopedisi, İstanbul-2006, MÜBALAĞA mad., c. 31, s. 426)
http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=141221
